Milliyetçi ideoloji; 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış, daha sonrasında ise bütün Dünya’ya yayılarak, tarihin en önemli ideolojilerinden biri olagelmiştir. Milliyetçi düşünce yapısı, güçlü ve kendi kaderini kendi tayin edebilen bir millet olabilme hedefine odaklanmaktadır. Millet ise, ortak değerleri olduğuna inanılan insanlar bütünüdür. İdeolojinin takipçileri, milliyetçiliğin insanlara bir aidiyet duygusu verdiğini, onları kendi ülkelerini sevmeye ve ülkeleri için çalışmaya ittiğine inanmaktadır. Bu yüzden milliyetçiliğin oldukça elzem bir ihtiyacı giderdiğini iddia ederler.
Ancak tarihe bakıldığında, aynı ideolojinin soykırımlara, savaşlara ve ayrımcı politikalara neden olduğu da görülebilir.

Bu eleştiriden kaçınmak için milliyetçiler, ideolojiyi düalist bir yaklaşımla ele alırlar. Bir yanda etnik milliyetçilik vardır. Bu milliyetçilik modelinde millet, insanın içine doğduğu yapıdır ve insanlar bu yapının zorunlu üyeleridir. Millet olgusu açık değildir; kapalı ve dışlayıcıdır. Yurttaşlık kan yoluyla doğuştan elde edilir. Yurttaşlığı elde etmenin başka bir yolu da yoktur.
Bu model sıklıkla ırkçılığa evrilir ve en ünlü örneği Nazi milliyetçiliğidir. Adolf Hitler, Alman halkının kendi güvenliği hakkındaki endişelerini ve kötüye giden ekonomik durumu manipüle ederek totaliter bir diktatörlük kurmuştur. Naziler, iktidarı ellerinde tuttukları süre zarfında kendilerine muhalif olan bütün grupları (sosyalistler, Hristiyanlar ve liberaller) vatana ihanetle suçlayıp, yok etmişlerdir. Bunun yanında Naziler, Alman ırkını en üstün ırk olarak görmüş, bu dönemde Yahudilere dünya tarihinin en büyük soykırımı uygulanmıştır.
Ama bir de milliyetçiliğin "iyi" hali vardır.

Bu milliyetçilik modeli "yurttaşlığa dayalı" ya da "sivil milliyetçilik" olarak bilinir. Bu modelde; ırk,cinsiyet, etnisite, veya dil farkı bir sorun teşkil etmez. "Milli biz şuuru" taşıyan herkes yurttaşlık bağıyla söz konusu milletin bir ferdi olabilmektedir. Etnik milliyetçiliğe göre daha kapsayıcı ve açıktır.
Bu tip milliyetçiliğin örneklerini Fransa, İngiltere ve ABD milliyetçilikleri oluşturur. Diğer ülkeler ise çoğunlukla kendi milliyetçiliklerinin bu tipte bir milliyetçilik olduğu iddiasını taşırlar. Bunun sebebi, bu modelin “batılı, liberal, rasyonel ve demokratik” bir milliyetçilik modeli olduğu yönündeki inançtır. Ancak bu ikilik ne kadar doğrudur? Yurttaşlığa dayalı milliyetçilik modeli söylenildiği gibi gerçekten de demokratik midir? Veya herhangi bir milliyetçi yaklaşımın aynı anda demokratik olması ne kadar mümkün müdür?
Milliyetçilik ve Demokrasi

Etnisiteye dayalı milliyetçilik modelinin demokrasiyle ilgisiz olduğunu çıkarmak daha kolaydır. Ancak yurttaşlığa dayalı milliyetçilik modeli genelde demokratik olarak değerlendirilir. Bu modeli savunan milliyetçilere göre, kendi değerlerini fark eden milletler sömürgecilerle ve baskıcı imparatorluklarla mücadele edebilmişler, nihayetinde kendi devletlerini kurabilmişlerdir. Bu aynı zamanda demokrasinin de zaferi olmuştur.
Ancak bu düşüncenin pek doğruyu yansıttığı söylenemez. Tarih boyunca benimsenen bütün milliyetçilik modellerinin aynı olduğunu söylemek mümkün değildir ancak milliyetçi ideoloji temelde demokratik olmayan bir düşünce sistemidir. Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesidir; demokratik bir sistemde her bir birey, kimliği fark etmeksizin eşit haklara sahiptir. Demokrasi her zaman daha fazla insana, daha geniş haklar verilmesi gerektiğini savunur ve bunun olması için uğraşır. Demokrasi farklılıklardan korkmaz ve farklı olanları ötekileştirmez. Demokratik bir ortamda farklılıklar tehdit olarak değil zenginlik olarak görülür.
Aynı şeyleri milliyetçilik için söylemek mümkün değildir. Milliyetçilikte sürekli “biz” ve “onlar” mantığı hakimdir. Yurttaşlığa dayalı milliyetçi modelde "biz" olarak bahsedilen grup, devletin kurulduğu sırada askeri ve politik gücü elinde tutan gruptur. Bu grubun dili, kültürü, dini ve değer yargıları bütün vatandaşları kapsaması gereken bir "üst kimlik" olarak görülmektedir. Azınlıklar ve farklı olanlar ya bu üst kültürü benimseyerek asimile olmaya zorlanırlar ya da yurttaşlıktan çıkartılırlar. Dahası, asimilasyonu kabul eden vatandaş da buna rağmen ayrımcılığa maruz kalabilmektedir. Bu uygulamaların hiçbiri demokratik değildir.

Bu model için örnek gösterilen ve demokrasileriyle övünen ünlü Batılı ülkeler de göründükleri kadar demokratik değildirler. Fransa uzun yıllar ülkenin Yahudi vatandaşlarını dışlamıştır ve dışlamaya devam etmektedir. Kolonilerden çalışmak için gelen Afrikalı (aynı zamanda Müslüman) göçmenler ve daha sonrasında göçmen kökenli Fransız vatandaşlar da yeterince "Fransız" olmamakla suçlanmaktadırlar. Ülkede gün geçtikçe İslamofobinin arttığı da gözlemlenebilir. İngiltere de ülkesinin Yahudi, Müslüman, Asya kökenli ve Siyahi vatandaşlarını sıklıkla ötekileştirmektedir. Dünya'nın en heterojen ve liberal ülkesi olmakla övünen ABD, uzun yıllar Amerika'nın yerlilerini ve eski kölelerin siyahi torunlarını "millet" tanımı içine almamıştır.
Bahsi geçen gruplar devlet kurumlarında, ev ve iş arayışlarında ve günlük hayatlarında ayrımcılık ve ötekileştirmeyle karşılaşırlar. Üstelik bu durumun, bu gruplardan vatandaşların ülkenin siyasi öğretisine ve yaşantı tarzına ne derecede entegre olup olmadıklarının da bir önemi yoktur. Yakın bir zamanda, ABD'nin siyahi vatandaşlarından biri olan George Floyd, polis tarafından boğularak öldürülmüştür. Üstelik bu olay, Amerika'daki siyahilerin karşılaştıkları polis şiddetinin örneklerinden sadece bir tanesidir.
Türk Milliyetçiliği ve "Ne Mutlu Türk'üm Diyene!"

Türk milliyetçiliği de sivil ve demokratik bir milliyetçilik türü olduğunu iddia etmektedir. Atatürk Araştırma Merkezinin sitesinde yayınlanan yazıya göre milliyetçilik, Atatürkçülüğün en önemli ilkelerinden biridir. İdeoloji, milli mücadelenin doğuşunda ve başarıya ulaşmasında çok önemli rol oynamıştır. Bu esasa göre kurulan yeni Türk devleti artık milletler topluluğuna değil Türk unsuruna dayandırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür; çünkü bu kişiler aynı dili konuşmakta, aynı kültürü paylaşmakta ve aynı ülküyü taşımaktadır (bu tabii ki doğru değildir, farklı kültürlere sahip ve farklı diller konuşan pek çok insan da bu ülkenin vatandaşıdır).
Yazı boyunca milliyetçiliğin pozitif etkilerinden bahsedilir. Milliyetçi anlayışa sahip her bir vatandaş, Türk milletinin mutluluğu ve bu vatanın daha iyi bir yer haline gelmesi için çaba göstermektir. Atatürk milliyetçiliği, ırkçılığı reddeder ve bu yüzden de bütünleştirici, birleştirici, vatan yüzeyinde milli birliği sağlayıcı milliyetçiliktir. Sonuçta Atatürk "Ne mutlu Türk olana" değil "Ne mutlu Türk'üm diyene" demiştir.
(Yazıyı görmek için: https://www.atam.gov.tr/duyurular/milliyetcilik)
Ancak bu yaklaşım gerçekten de demokratik olan yaklaşım mıdır? Vatandaşlığa kabul edilmek için Türk olmak gerekmiyorken neden Türk'üm demek gereklidir? Bireyin kendini hem farklı bir etnik gruba ait hissetmesi (Kürtler, Çerkesler, Arnavutlar vs) hem de ülkesini seviyor olması neden mümkün görülmemektedir? Bu ülkede yaşamak isteyen herkese neden Türk kimliği dayatılmaktadır? Üstelik ülkenin siyasi öğretisini paylaşsa bile ötekileştirilmekten kurtulamayan grupların varlığı da söz konusudur (özellikle gayri Müslimler, Aleviler). Bunun yanında, bireyin kendisini hiçbir dini, siyasi, kültürel ya da milli gruba ait hissetmemesi de gayet olasıdır. Ama bu neden sürekli bir tehdit olarak algılanmaktadır?
Bir Yorum