Uğultulu rüzgarların sesini dinlerken irkildim. Camın kenarındaki kül tablam düşmüş ve beraberinde 15 dakika önce bitirdiğim kahvenin fincanını götürmüştü. Yaratıcı sayılabilecek birkaç küfür savurdum inceden savrulan tül perdemin ardından ve saatlerdir pineklediğim tekli koltuğumdan doğruldum.
Faraş ve süpürge holün öbür ucundaydı ve ben lokasyon fark etmeksizin üşengeçtim. Solumdaki tozlu zigona elimi salladım ve cüzdanımı aldım. İki tane kart çıkartıp eğildim ve külleri itinayla yerden aldım. Penceredeki sinekliği dirseğimle ittirip külleri savurdum. Nedendir bilmem ama o zehir artıklarıyla bir saniyeliğine empati kurmuştum.
Ya da bana öyle geliyor, bilemiyorum. Keza birkaç gecedir uykuyla aramda nafaka sorunu var gibi… Kabuslar hafta sonu bende kalacaktı. Öyle anlaşmıştık ama bir süredir bu düzene uyulmuyor!
Aldım karşıma uykuyu, dedim ki yeter artık! Tek istediğim huzurlu kollarında biraz dinlenmek. Kendimi yarının korkutucu dinamiğine hazırlamak… Neden bu kadar gaddar ve sinirlisin? Neden sürekli kabus kozunu oynuyorsun? Yazık değil mi bana?
Açtığım sineklik rüzgardan dolayı yeniden kapandı ve pencerenin şeffaf yansımasındaki siluetimi titretti.
Memnuniyetsiz birkaç saniyeden sonra elimi pakete attım. Biraz kurcaladım ama sigara kalmamıştı. Seri jestlerle saate baktım. Daha beş buçuk bile olmamıştı. Kül kokan kartlarımı cüzdana yerleştirdim ve vestiyerdeki maskemi alıp dışarı çıktım.
Biraz serindi. Öyle çok üşüten kış ayazları gibi değil, tam bir sonbahar ılıklığı vardı. Eskiden olsa belki titrerdim. Ama kişisel ısınmam, küresel boyutlarda kafamı kurcaladığı için pek üşümüyordum. Bir süredir içim yanıyor gibiydi. Belki korlar tutuşuyordu ya da ne bileyim, birileri kalbimin odalarını duman altı etmiş ve 188 liralık cezayı da bana ödetmişti.
Sarı ışıklarla aydınlanan caddeye sollayıp acil servisin önündeki büfeye girdim. İçerde daha yirmilerine bile gelmemiş gençten bir oğlan vardı. Elinde telefon bağıra çağıra oyun oynuyordu.
“Kaldır beni! Düştüm vurdular! Silahlarımı almasınlar!”
Ah dedim içimden. Şimdiki gençlik şarjla çalışıyor. Sonra öksürdüm. Aslında dikkatini çekme gibi niyetim yoktu. Anlık bir öksürüktü. Ama biraz sesi yüksek çıktı. Dışardan biri görse Korona salgınının ikinci dalgasını çıkardığımı düşünebilirdi.
Kafasını telefonundan kaldırdı ve: “Buyur abi!” dedi. Bana bir paket sigara versene dedim. “Hangisinden?” diye sordu. Mentollü kaldı mı dedim. Hayır anlamında başını salladı. Olsun dedim içimden. Sadece şansımı denemiştim.
"Şu ince olan Malborolardan verir misin?" dedim. “Hemen abi.” dedi ve rafından çıkarıp uzattı. Parayı vermek için cüzdanımı açtım. Biraz kurcaladım ama nakit yoktu. Hemencecik kartı çıkardım ve elemana vermek üzereyken omzumda bir el hissetim. Beni hafifçe kenara çekti ve büfedeki çocuğa:
“On paket sigara verir misin?” Tam sıra benim diyecektim ama adam kan çanağına dönmüş gözlerini bana çevirdi ve titrek bir ses tonuyla:
“Kusura bakma kardeşim. Acelem varda. Hakkını helal et sıranı aldım.”
Sustum. Karşımda saçı bağı dağılmış ve leş gibi sigara kokan biri vardı ve yüksek ihtimalle yeni ağlamıştı.
Önemli değil diyecekken kolunu omzuma koydu ve tekrar özür diledi. Sonra bana sarıldı ağlamaya başladı.
“Özür dilerim. Böyle olsun istemezdim. Affet beni kardeşim. Lütfen affet…”
Neye uğradığıma şaşırmıştım. Hiç tanımadığım biri bana sarılıp ağlıyordu. Kollarım havada duruyordu ve sakin ol gibi kelimeleri tekrarlıyordum. Birkaç dakika boyunca ağladı ve sonrasında yavaşça kendini benden kurtarıp sigaralarının olduğu poşeti aldı. Bir eliyle gözlerini sildi ve bana mahcup bir ses tonuyla:
“Az önce küçük kardeşimi kaybettim. Şuradaki acilde yatıyor. Kurtaramadılar. Trafik kazası… Ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Kimimiz kimsemizde yok bizim. Artık kimsem yok… Daha gençti… Bir ay sonra üniversiteye gidecekti. Olmadı… Olamadı. Kusura bakma şuan ne yaptığımı bilmiyorum. Özür dilerim…”
Sonrasında sigarları alıp büfeden çıktı. Eleman ile birbirimize baktık. Duygusuz bir hareketle jelatini çıkarıp bir sigara yaktım. Hayat dedim içimden… Hayat karamsar olmak için çok kısa…
0 Yorum