Omzumda Bir Didar (Bölüm II)

Ansızın tekrar acıkmayı, kana kana su içmeyi, bir insanın boynumda sıcak nefesini gezdirmesini istiyordum. 32 dakika


            Nodus Tollens

            Hastaneden çıktığımda bir şeylerin farkına varmaya başlamıştım. Hayatın yalnızca hissettiklerimden ibaret olmadığını, bu fani geçerliliği sonsuza kadar yönlendiremeyeceğimi anladım. Bir doktorun emriyle tüm sorunlarımdan kurtulamayacağımı, tüm hislerimin üzerinde bulunan tanrısal bir makinenin beni kontrol edebileceğini fark ettim. Omzumdaki kafa başka bir kafa tarafından yenmiş olsa da onun yerine başka bir kafa gelmişti. Tüm hislerimi benden tekrar alarak benim bu durumla alakalı herhangi bir yorum yapmamı bile engellemişti. Eğer hislerim alınmamış olsaydı bu kafaya çok sinirlenirdim. Sanırım onun gücünün kaynağını anlamaya başlamıştım. Aslında bu kafa, daha önce de söylediğim gibi, asalak bir şekilde üreyen bir güzellikten ibaretti. Onu güzel yapan şey ise tüm hislerimi elimden alabilme yetisiydi. Bunu yapabildiği için benim ondan nefret etmeme hiçbir şekilde müsaade etmiyordu. Ayrıca, çaresiz olduğumu bile anlayamıyordum. Hastaneden çıkınca da aynı şey oldu. Hem her şeyi yapmayı hem de hiçbir şey yapmamayı tercih edebilirdim. Omzumdaki korkunç surat dışında beni yönlendiren hiçbir şey yoktu. Nasıl bir dünyada yaşamaya başlamıştım? Bu lanet olasıca kafadan kurtulmayı mı istemeliydim? Yoksa tüm hislerimden arınmış bir şekilde yaşamımı sürdürerek tüm sorunlarımdan kaçmalı mıydım? Ama böyle devam ederse hiçbir şeyden zevk alamayacaktım. Hiçbir şey beni mutsuz hissettiremeyecekti. Bir daha geceleri yatağıma yattığımda derin düşüncelere dalmama gerek kalmayacaktı. Bu şekilde yaşayabilirdim doğrusu. Zaten her zaman böyle bir yaşantım olsun istemişimdir. Şimdi bunları yazarken o kafayı daha iyi anlıyorum. Onu yavaş yavaş sevmeye başladığım zamanlardaki bitimsiz bunalım sürecimi özlüyorum. Onun sayesinde ömrüm boyunca hayatımı anlamlandırmaya çalışmadım. Tüm insanların yaptığı gibi ömrümü sonuçsuz bir arayışla geçirmedim. 

            Omzumdaki kafa ilk çıktığında ise çok çaresiz bir durumda olmalıydım. Eğer o kafa çıkmasaydı böyle bir sorunum olmayacaktı. Kokuşmuş hayatıma sürekli mutlu olmaya çalışarak devam edecektim. O kafa çıktığında ise kokuşmuş bir hayatım olmadı. Çünkü hayatımı anlamlandırmaya yarayan tüm yetimi, yani hislerimi kaybetmiştim. Hastaneden çıktığımda tamamen düşüncesiz bir şekilde yürümeye başladım. Yoldaki su birikintilerine basıyor, cebimdeki sigaraları hiç güç uygulamadığımı zannederek sıkıyor, insanların suratlarına hiçbir çekincem olmadan dik dik bakabiliyordum. Neyse ki hafızamı kaybetmemiştim. Bir işim olduğunu hatırladım. İşe gitmemiştim. Normalde böyle bir şey mümkün olmazdı. Sabahın erken saatlerinde çalan alarmlara en çabuk tepki veren insan ben olabilirim. Kafa çıktıktan sonra ise öyle olmamıştı. Bir sonraki ayın kirasını düşünmüyordum. Akşam ne yapacağımı, gün boyu hangi gıdaları tüketeceğimi, siyasetçilerin neler geveleyeceğini, hayatımda olan insanları ve ailemi önemsemiyordum. Böylelikle sigarayı da bırakmıştım. Biraz önce söyledim ya, cebimdeki sigaraları hiçbir şekilde güç uygulamadığımı zannederek paramparça etmiştim.

            Havanın güneşli olmasına hiçbir itirazda bulunmadan yürümeye devam ettim. Normalde hava güneşli bile olsa yanımda bir şemsiye bulundururdum. Artık şemsiye taşımayacaktım. Kafanın üzerini aynı örtüyle örtmüştüm. Bir süredir oldukça sessiz bir şekilde örtünün altında duran kafanın beni yönlendirip yönlendirmediğini bilmiyordum. Gitmeyi istediğim hiçbir yer yoktu. Neler yapacağımı bilmiyordum. Birkaç tane ıssız sokağa girdim. Daha sonra bana doğru gelmekte olan uzun boylu, kirli saçlı ve koca burunlu adamı gördüm. Yolumu hiç değiştirmeden ona doğru yürümeye devam ettim. Tam yüz yüze geldiğimiz sırada beni durdurdu.

            “Seni bir yerden tanıyorum. Beni hatırladın mı? Eğer seni nerden tanıdığımı hatırlayamazsam gün  sonunda çıldırmış olurum. Lütfen bana yardımcı ol.”

            O adamı hatırlamıyordum. Böyle kirli insanlarla işim olmazdı. 

            “Seni tanımıyorum. İzin verir misin?” 

            Normalde olsa hiç kimseyi başımdan savmazdım. Hiç istemesem bile onlarla konuşur, gereksiz dertlerini dinler, saçma sapan umutlarla doldurdukları kahrolası telaşlarına ortak olurdum.

            “Beni tanıman gerekiyor. Seni hatırlar gibiyim, lütfen bana izin ver. Biraz yüzüne bakayım.”

            “Neden saçma sapan konuşuyorsun, beni rahat bırak. Eminim çok pis kokuyorsundur.”

            “Eğer pis kokuyor olsaydım bunu bilirdin. Sadece bir tahminle beni suçlayamazsın.”

            “Öyle bir gün geçiriyorum ki ne istersem yaparım. Bana karışamazsın.”

            “Bu omzundaki örtü de neyin nesi? Orada bir kuş kafesi mi taşıyorsun?”

            “Bu seni ilgilendirmez.”

            “Kafese hapsettiğin bir kuşun üzerini bu şekilde örtemezsin. Senin gibileri iyi bilirim.”

            “Nasıl yani?”

            “Kötü insanları. Siz her yerdesiniz. Ya kafanızda bir şapka olur ya da kolalı gömleklerinizin yakası dimdik bir şekilde insanların üzerine yürürsünüz. Ama senin gibisini ilk defa görüyorum. Hapsettiğin kuşu insanların gözüne sokmayı istercesine yürüyorsun.”

            “Benimle ilgili hiçbir şey bilmiyorsun.”

            “Bilmem gerekiyor. Söyledim ya, seni bir yerden tanıyorum. Hem, nereye gidiyorsun sen? Bu kafesi acilen evine mi saklamalısın?” 

            “Evet, biraz acelem var. Yolumdan çekilirsen senin için iyi olur.”

            “Acelesi olan bir insan bu kadar sakin bir şekilde yürüyemez. Sende anlamsız bir şey var, hissediyorum.”

            Gözlerimi devirdim ve yoluma devam ettim. Adımlarım hızlanmamıştı. Yoldaki tümseklere bakmadan yürümeye devam ediyordum. Daha sonra, bana doğru yaklaşan ayak seslerini duydum. 

            “Hey, dostum! Buraya bak, seni hatırladım. Seni nereden tanıdığımı merak etmiyor musun?”

            Yoluma devam ediyordum. Ama ondan kaçamazdım. Çünkü böyle bir telaşım yoktu. İstemediğim bir durumun içine girip girmemek konusunda bir tercih yapamazdım. Bana yetişti ve beni durdurmaya çalışırken omzumdaki kafaya dokundu. O sırada zar zor sarmış olduğum örtü hafif bir rüzgarla yere düştü. Kafa açığa çıkmıştı. Neyse ki sokakta sadece ikimiz vardık. Kafayı gördüğünde bir adım geri çekildi. Ondaki cesareti kıskanmalıydım. Eğer omzunda bu kadar iğrenç bir kafa bulunan birini görseydim, dünyanın en hızlı koşan insanına dönüşürdüm. 

            “Bu omzundaki şey de ne? İlk defa böyle bir kuş görüyorum. Ayrıca onu kafese de kapatmamışsın. Senin günahını aldım” dedi. 

            Tepki vermedim. Bu adam da neyin nesiydi böyle? 

            “Bu kafayı boş ver. Nerden tanıyorsun beni?”

            “Hatırlamadın mı? Birkaç ay önce evindeki su kaçağını tamir etmiştim. Tesisatçıyım ben, hatırlamadın mı?”

            Evime gelen tesisatçıyı nasıl hatırlayabilirdim? Bu ne saçma bir soruydu. Kim evine gelen tesisatçıyı hatırlar ki, buna ne gerek var?

            “Hatırlayamadım. Her neyse, ben gidiyorum.”

            “Gitme, ben aslında tesisatçı değilim. Benim gibi insanların hiçbir şeyle ilgili bir düşüncesi olmaz zannederler. Ama baksana bana, gözlerimdeki zekayı görmüyor musun? Her şeyle ilgili konuşabilirim. Bak dostum, ben bir alkoliğim. Şu hayatta en sevdiğim şey içki içmektir” omzumdaki kafayı gözleriyle işaret ederek, “Senin de biraz derdin var gibi, gel birkaç kadeh yuvarlayalım. Bu sokağın köşesinde bir meyhane var. Hadi benimle gel.”

            Onu reddedip reddetmeme konusunda herhangi bir tahlil yapamadım. Usulca kafaya baktım. Simsiyah gözlerinden hiçbir anlam çıkaramıyordum. Daha sonra yukarı baktım ve yağmur bulutlarının tüm gökyüzünü sardığını gördüm. Eski alışkanlıklarımdan vazgeçemiyordum. Hiçbir şey hissedemesem de şu anda ıslanmak istemiyordum. 

            “Aslında birkaç kadeh içki içmek iyi olabilir. Umarım beni soymaya falan çalışmıyorsundur.”

            “Hey! Oradan bakınca bir hırsız gibi mi görünüyorum?”

            Aslında bir hırsız gibi görünüyordu. Ama insanları bu şekilde sınıflandırmak insani açıdan uygun görülmeyebilirdi. Benim açımdan uygun olan ya da olmayan herhangi bir şey yoktu. 

            “Öyle düşünmedim. Eminim bir hırsız değilsindir. Sadece yolda karşılaştığım bir adamın beni içki içmeye götürüyor olmasını anlamıyorum.”    

            “O zaman seni biraz daha şaşırtacağım.”

            “Beni şaşırtamazsın.”

            Bu adam beni dinlemiyor gibiydi. İsmimi bile sormamıştı. Gerçi ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Bir isim mi uydurmalıydım, yoksa gerçek ismimi mi söylemeliydim? Aslında dinlememesi iyiydi. Omzumdaki kafayı bile umursamıyordu. Bu adamın tek derdi yalnız başına içki içmemekti. Ben de bu konuda biraz kurnazca davranabilirdim. Belki de kanıma karışan alkol, bu kafanın hislerime set çekmesini engelleyebilirdi. 

            “İçtiğin tüm içkilerin hesabını ben ödeyeceğim. Sen hiç merak etme dostum, bugün elini cebine sokamayacaksın.”

            Çok fazla Rus romanı okuduğunu düşündüm. Bana sürekli “Dostum” diye hitap ediyordu. Ahmak adam! Bu kadar şey biliyor olmasına rağmen bir tesisatçı olarak hayatını sürdürüyor olmasına şaşmamalı. Bir de karşıma geçip bir tesisatçıdan fazlası olduğunu söylüyor. Eğer bu işi yapıyorsa, onu tanımayan herkes onu sadece bir tesisatçı olarak görecektir. Örneğin, ben bu saatten sonra ne olursam olayım omzunda iğrenç bir kafa olan korkunç bir adam olarak akıllarda kalacağım. Acaba bu kafa hislerimi almış olmasına rağmen beni karamsar birisine mi dönüştürüyordu? 

            Meyhanenin ahşap verandasına çıkarken adamın iyice heyecanlandığını fark etmiştim. Ben de tıpkı o adam gibi bir bardak içeceğe doğru böyle tutkuyla koşabilmeyi istiyordum. Ama bu durum omzumdaki kafa yokken de böyleydi. Hiçbir şeye tutkuyla koşamıyordum. Tüm bunların anlamsız olduğunu düşünüyordum. Garsonun ifadesiz bakışlarından anladığım kadarıyla bu adam burada pek istenmiyordu. Dükkânın içine sızan kırılmış gün ışığının apaçık gösterdiği toz zerrelerini delerek içeri geçtik. Üzeri bembeyaz örtülerle kaplanmış masalardan birine oturduk. Omzumdaki kafayı buraya gelirken tekrar örtmüştüm. Onun çığlıklarını duyuyordum. Ama içimde zerre kadar korku yoktu. Ne yaptığımı ya da yapacağımı bilmiyordum. Her şeyin bir anda anlamsızlaştığını, bu kafa bu lanet omuzda peyda olduktan sonra dünyanın, içi helyum gazı dolu bir torbadan ibaret bir şekilde bu karanlık evrende başıboş dolaştığını düşünmeye başlamıştım. 

            Yağlı saçlarını kulaklarının arkasına ittirdikten sonra içkisinden bir yudum aldı. “Sence bir insana her şey bir anda anlamsız gelmeye başlayabilir mi?” diye sordu.

            Alaycı bir ifadeyle, “Bilmem ki. Ben yaşamımdan büyük zevk alıyorum” dedim.

            İçkisinden büyük bir yudum daha aldı. “Bazı sabahlar uyandığımda yaşamımın hiçbir anlamının olmadığını düşünmeye başlıyorum. İnan ki o sabahlar ne bir bardak kahve içmeyi ne kahvaltı yapmayı ne de yanımdaki güzeller güzeli sevgilimle sevişmek istiyorum. Gün boyu bu bölgedeki meyhanelerin arasında avare bir şekilde dolanıyorum. Bu şekilde hisseden tek insan ben miyim?”

            “Herkes hayatından çok memnun. Senin tam olarak ne problemin var anlayamadım. Anladığım kadarıyla oldukça güzel bir hayatın var. Güzeller güzeli bir sevgilinin olduğundan bahsediyorsun. Belki de bir şeylere sahip olmayı hak etmediğini düşünüyorsundur.”

            İçkisinden çok daha büyük bir yudum aldı. “Ben her şeyi hak ediyorum aziz dostum! Söyledim ya sana, ben basit bir tesisatçıdan ibaret değilim. Benim kimsenin anlayamayacağı düşüncelerim var. Herkesin hayatından memnun olduğunu söyleyen sensin. Bu da beni çok özel bir insan yapar.”

            Neler saçmalıyordu bu adam? Duydunuz mu, bana “aziz dostum” dedi. Hem de çirkin dişlerinin üzerindeki sapsarı katmana bile aldırmadan söyledi bunu. Çok sinirli olmalıydım ama omzumdaki irin dolu kafa yüzünden hiçbir şey hissedemiyordum. Sakinliğimden nefret etmek istiyordum. Her şeyden nefret etmek istiyordum ve tüm bunları yapamamak, yalnızca bir şeyleri hissetmeyi arzulamamı sağlıyordu. Ansızın tekrar acıkmayı, kana kana su içmeyi, bir insanın boynumda sıcak nefesini gezdirmesini istiyordum. Hislerimin tümünü unutmuştum. Bunları nasıl elde edeceğimi bilmiyordum. 

            Üçüncü kadehimi içtikten sonra ayağa kalktım. Bunu, başımın dönüp dönmediğini anlayabilmek için yaptım. Hiçbir şey olmadı. Tekrar oturmaya çalıştığımda omzumdaki kafa hareket etmeye başladı. Kafa sallandıkça kulaklarımdaki çığlığı artıyor, üzerindeki örtü düşmeye başlıyordu. Örtüyü tutma gereksinimi duymadım. Kafa açığa çıktı. Meyhanedeki herkes korkmuş gözleriyle beni seyretmeye başladı. 

O sırada, çoktan sarhoş olmuş olan çirkin adamsa baygın gözlerini bana doğru dikip, “Otursana aziz dostum, bir şişe daha söyleyeceğim” dedi.


Beğendin mi? Arkadaşlarınla paylaş!

Talha Çakan<span class="bp-verified-badge"></span>

3 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Aslında iyi birisi olmanın zorluğunu insanların onu ezebileceğini bilerek kafasındaki düşünceleri saklıyor ve saklamanın zorluğunu düşünceden düşünceye, kafanın içinde kafa tabiriyle insanlara ulaştırıyor. Gayet başarılı bir çalışma gerçekten bakış açısına göre şekilleniyor.

    1. Bu karakter; neyin ne olduğunu, neler olacağını ve hayatının gerekliliklerini anlayamıyor. Sizin de dediğiniz gibi, kafanın içinde bir kafa tabiriyle, o kafanın artık bir beyinden fazlası olduğuna delalet ederek dünyayı anlamlandırmaya çalışıyor.
      Yorumunuz için teşekkür ederim.

Choose A Format
Personality quiz
Series of questions that intends to reveal something about personality
Trivia quiz
Series of questions with right ve wrong answers that intends to check knowledge
Story
Formatted Text with Embeds ve Visuals
Video
Youtube ve Vimeo Embeds
Audio
Soundcloud or Mixcloud Embeds
Image
Photo or GIF