NE GÜZELDİ HAYATIN HEYECANINI DİNLEMEK

Bir yere, bir şey'e zorla duyulan aidiyet karşısında duyulan o mahrur his…7 dakika


91

“…Umutlar eğirdiğim düşlerim taraz taraz,
Zeytinin tuzu gibi dudağımda kal biraz…”

-İlter YEŞİLAY

      Bir rüyadan uyanır gibi, iyimser düşlerin bahçesinden geçip, hâr’a düşer gibi vazgeçmeye mecbur bırakılışı unutamıyor insan….

Bir gecede kaç güneş batar ömürde? İnsan kaç gecede sabah olacak mı endişesi taşır yüreğinde. Sevildiğiniz ve sevdiğiniz, hani o pamuklara sardığınız, bebekler gibi kundaklara belediğiniz, ilmek ilmek ördüğünüz, her zerresini yüreğinizden verdiğiniz  yerlere ve şeylere veda ettikten sonra, ayağınıza takılan en ufak taşta yönünüz geçmişe dönüyor. Yokluğu varlığından daha çok yer kaplayan insanlar ve anılara veda etmiş olmanın hüznü sarıyor ruhunuzu.

Gökyüzü bizimdi sanki…Çıplak ayakla karın altında dans eden benliğimiz, soğuk iklimlerde kirpiklerimize düşenkırağı, hemhallerle bir bardak çayla kandırdığımız hayat… Üzerinde dumanı tüten simitler. Günaydınlar, iyi akşamlar, “neredesinler?”, “biz de geliyoruz”lar, “sana ihtiyacım var”lar… Geriye ne mi kaldı?  Bir düğüm daha atıldı boğaza, kutulara koydum her şeyi. Bantladım, bağladım. Kimse açmasın, kimse dokunmasın diye evin en ücra köşesine yığdım. O güzelim yıllardan, sokaklarında büyüdüğüm diyarlardan geriye elle tutulan ne varsa sakladım. Gözle görülür olanlar zaten uzakta kalmıştı. Kalple hissedilir olanlara hiç de kıyamadım. Şimdi gitsem diyorum, oraları son bir defa görmüş olurdum. Bu “son bir defa” içini sızlatıyor insanın. Birbirinden ağır hasretlerle dolu “Eskidendi” diye başlayan cümleler kuruyorum. Ben hala olduğum yerle, olmak istediğim yer arasındaki uçurumdayım. Ben hala içim içimi yerken olan biteni çaresizce izlediğim günün ertesindeyim. 

Bahçemdeki ağaca, kaldırımıma düşen kar tanelerine, sabah ayazında selamladığım bakkala, yüzüme vuran o soğuk güneşe, penceremden akan ırmağa, mavi ışıklı sokak armatürüne, parke taşlarını gözümün ucuyla süzdüğüm şehir meydanına, çevremdeki her şeye, herkese ve en çok da kendime yapabileceğim en seçkin, en güzide  kötülüklerden birisiydi hiç gitmeyecekmiş gibi kalmak.

Stefan Zweig misali “Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek sabahın kızıllığını hala görebilirler. Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.”

Şimdi masamdan eksildi yüzler, sesler. Birer birer değil. Birden bire… Diyeceğim o ki bazı anılar, bazı anlar, bazı şehirler insanda yaradır. Düşler onda kalır.

Ve ben…

Göz pınarlarıma biriken anılarla farklı yerdeyim şimdi. Üstelik aynı insan da değilim.

Başka bir yere aitim. En azından aitim. Bir yere, bir şey’e zorla duyulan aidiyet karşısında duyulan o mahrur his…

Bir varım, bir yokum artık…Masal gibi…

[zombify_post]


Beğendin mi? Arkadaşlarınla paylaş!

91
Çetin DURMAZ<span class="bp-verified-badge"></span>

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Allah her daim var etsin seni…ne güzel yazmışsın.. insan ya yazmalı ya okumalı zaten…insan birşey inanmak istiyor mutlaka..ve bi yere ait olmak..sen ait olduğun yerde, benliğinde hiç taviz vermedin zaten..onların bir dili yok ama olsaydı eğer “yolun açık olsun, senle gurur duyuyoruz” derdi zaten..