Modernizmin Doğuşuyla Mahremiyetin Yitimi: POSTMODERNİZMİN FİZİBİLİTESİ

"Kimse Albertin'i tanımadığı, kimse Proust'u bilmediği için bu kadar sefil ve acıklı bizim ülkemiz..." Orhan Pamuk8 dakika


114

Kaymağını kaynağından ayırdığımız tükenen vicdanlarımızla, tüketen vicdanlara medeniyet demeye… Hazır mısın?

Gelin beraber 1970’li yıllara gidelim. Çok çocuklu bir ailede doğmak üzere olan bir çocuğun ve beraberinde getirdiği lanetin hikayesidir bu. Küreselleşme sorunlarının bilhassa gündemde olduğu, bir başka açıdan da postmodernizmin detone ayak seslerinin duyulduğu dönemden bahsediyoruz. Çok uluslu şirketlerin doğmasıyla birlikte 1980’lerde iletişim açısından bir devrime imza atılması ve 1990 yılında SSCB’nin yıkılmasıyla başlıyor hikayemiz. Demek istiyorum ki; batının rakibinin kalmamasıyla başlıyor. 

Doğaüstünün doğalla, dinin bilimle, tanrısal buyruğun doğa yasalarıyla ve din adamlarının filozoflarla ekarte edilmesi postmodernizmin ve hiç şüphesiz günümüz postmodern toplumunun temellerini atmıştır. Modernizm sonrası düşünce biçimi… Muallakta kalmış fikirlerimize de inceden inceye empoze ediliyor. 

Birçoğu İkinci Dünya Savaşı sonrası endüstriyel gelişime bağlasa da Alman zoolog Ehlenberg’in postmodern devrim önermesi şöyledir; ‘’Postmodern devrim, 1980’lerde bir sonbahar akşamı Vivienne isimli sıradan bir kadının agorada 6 milyon televizyon izleyicisinin gözleri önünde evliliği boyunca kocası Micheal’in erken boşalma probleminden dolayı kendisinin hiç orgazm yaşamadığını ilan etmesiyle başladı.’’ Bu postmodern devrimin başlangıcıydı. Çünkü o an birdenbire insanlar, mahremiyetin ve kişiselliğin somut hali olan konular hakkında itirafta bulunmaya başlamıştı. Ünlü sosyolog Bauman’a göre önceleri itiraflarımız eğer bir Hristiyansak barışma sakramenti (günah çıkarma) sırasında rahiple ya da en yakın arkadaşlarımızla sınırlı kalırdı. Şehir meydanlarında, sahnelerde ya da televizyon ekranlarında bunları haykıramazdık. Günah çıkarma esnasındaki itiraflarımızın hiç kimse tarafından duyulamayacağını biliyorduk ama bizler günah çıkarma kabinlerine mikrofonlar kurduk.

Barışma Sakramentine Hazırlık

Hiç şüphesiz bir salgın gibi zamanın içinde kalan ya da bilakis zamandan sıyrılmış bu anın irrite edici kompetanlarıyız.Taklit etmeden, bir başkası olmak istemeden de yaşanabileceği fikrindeyken, Kara Kitap’ın Galip’i gibi hayatımızın olması gereken asıl hayatın bir taklidi olduğu, bütün taklitler gibi utanılması gereken, acıklı, zavallı bir şey olduğu düşüncesine nasıl sürüklendim bilmiyorum. Kitlesel tüketim çılgınlığından sıyrılıp sadeliği ve iç dünyanın zenginliğini içselleştiren bir topluma, dünyaya dönüştüğümüzü hayal edin lütfen. Eh! Mümkün değil.

Mümkün kıl. Şimdi o elindeki yapay zekayı yavaşça yer’ine bırak. Biliyorum biliyorum, sen bağımlı değilsin, o Iphone’u ‘’arama yapsın yeter’’ düşüncesiyle aldığını da biliyorum. Çünkü ben de bu sebeple aldım? Ama sevdik Siri’yi, yalan yok. “Hey Siri! Maillerimi aç, fotoğrafımı çek, navigasyonu ayarla, x kişisini ara.” Hayatımızı ne kadar da kolaylaştırıyor değil mi? Tabi canım kolaylaştırıyor. “Hey zavallı! Beni şarj et, yeni mail geldi oku, burası elit bir mekan hemen paylaş, kablosuz ağa bağlan, titriyorum ilgilen.” Bunlar da teknolojinin titreşen sesleri işte. Hayatımıza yansıması, iç dünyamıza yerleştirilen mikrofonun dış dünyamıza yansıyan ekosu.

[zombify_post]


Beğendin mi? Arkadaşlarınla paylaş!

114
Asena Tekin<span class="bp-verified-badge"></span>

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir