Uyanıyorum, tıpkı her gün olduğu gibi. Uyanıyorum. Uyanmak mı peki bu? Uyuduğumu bilmeden sızıyorum her gün. Uyuduğunun farkında olmadan nasıl fark edebilirsin uyandığını? Fark ettik diyelim, nasıl emin olabiliriz ki? Bir kitapta okumuştum, “Eğer bir kere, rüyadan uyandığımız bir rüya görürsek bir daha emin olabilir miyiz uyandığımızdan?” diyordu yazar. Yoksa demiyor muydu? Sanırım bir kitap yazsaydım son cümlesi nasıl olurdu diye bir soruya cevap verirken ben uydurmuştum bunu. Peki benim dediğim yazar ne diyordu? Böyle bir şey olması lazımdı, onun söylediğinin de. Kelebekler… Kelebeklerle alakalı bir cümleydi. Sanırım şöyle diyordu, “Düşünde kendini bir kelebek olarak gören biri bir kez uyandıktan sonra, bir kelebek olmadığından ve artık düşünde kendini bir insan olarak görmediğinden hiçbir zaman emin olamaz.” Ne cümle ama.
Bir misafirim gelecekti bugün. Uzun zamandır gelir gider bana. Gerçi gidene kadar fark etmem geldiğini ve tekrar gelinceye kadar ruhum duymaz gittiğini. Bir anda belirir odanın kuytu köşesinde. Sessizce durur sanırım çünkü konuşana kadar farkında olmam sustuğunun. Bir şeyler anlatır hep, masallardan alıntılar yapar durur. Durur. Durduğu anda anlarım ancak konuştuğunu ve her seferinde ona dönüp “Ha?” derim. O da o zaman fark eder onu dinlemediğimi. Tekrar başlar anlatmaya. Bence yalan da söylüyor arada. Bir gün dinleyeceğim gerçekten ne dediğini. Bir seyyahmış zamanında, hikayeler anlatırmış insanlara, gezip köy köy. Bir kardeşi varmış, başı olmadan doğmuş, diş çıkarır gibi baş çıkarmış. Sonra bir gün canına tak etmiş yaşamak kardeşinin, ters düşmüş baştakilerle. Masal bu ya, yenilmesi lazım canavarın. Masal bile kâr etmemiş, başından olmuş kardeşi. Alışmadık gövdelerde durmazmış baş. Başsız devam etmiş hayatına. Tanrı bilirmiş meğer işini, kullanmayacak olanın gövdesine koymazmış doğuştan başını. Bakalım bugün neler anlatacak bana? Anlatmaya başlamış mıdır acaba? Çok da önemli değil gerçi, önemli olsa bekliyor olurdum heyecanla. Bir yerinden yakalarım muhtemelen. Neresini duyduğumun ya da kaçırdığımın bir önemi yok ki. İnsan ilgisini yitirdikten sonra neye yitirdiğini düşünür mü hiç? Düşündüğü anda yeniden ilgisini çekmiş olmaz mı? Her şey birbirinden beter. Keşke elma getirse gelirken. Güzel bir elmayı dişlemek birçok saçmalığı düşünmekten evladır fikrimce.
Hoş geldin ya da görüşmek üzere. Bir anlığına gördüm sanırım onu. Gözümün alışamadığı bir boşluk var odanın köşesinde, birinden kalmış gibi. Yine kaçırdım sanırım anlattıklarını. Sözlerini unutan bir kadından bahsediyor olmalıydı bugün, zihnimi zorladığımda ulaştığım hatırada böyle görünüyor çünkü. Ne zaman soru sorulsa unuttuğunu söylermiş ama konuşmaktan da hiç imtina etmezmiş kadın. Nasıl oluyor diye merak etmiş eşraf, işlerine geleni duyan kulaklarının yardımıyla öğrendikleri bu durumu. Ancak öyle tembellermiş ki zahmet etmemişler öğrenmeye hiç. Anlatılana göre birkaç kez anlatmaya çalışmış kadın bunlara ama duymamış bunların kulakları, akılları da almamış. Eşraf olabilmek için o devirde, kulağının duymaması ve aklının almaması gerekirmiş. Kadın da işlerine gelmemiş hiç. Zaten hep kirliymiş işleri. İşleri kirli olmasa, pırıl pırıl olmazmış dişleri.
Nefret ediyorum bu masallardan, kafiye uğruna katlediyorlar içeriği. Sürekli bir mesaj verme çabasındalar ayrıca. Ne gerek var ki bir şeyleri, birilerine anlatmaya? Bir vaizdim hayatımın uzun sayılmayacak kadar olan dönemlerinden birinde. Bundan vazgeçtiğim günü, dün gibi hatırlıyorum; dünümü hatırladığımdan şüpheli olsam da. Küçük bir sır vereyim mi? Belki de vermemeliyim, emin olamadım. Dünümü hatırlayabildiğimde, dün gibi hatırladığım vaizlik dönemimi anlatacağım sizlere. Bu sefer söz vermiyorum, tutacağımdan emin değilim çünkü.
0 Yorum