Aynı masada oturuyorum yıllardır, yerimi hiç değiştirmedim. Oturmakta olduğum sandalye iki sene önce tamamen çürüdü. Hareket etsem kırılacak, biliyorum. Kıpırdamıyorum hiç, kırmanın ne gereği var? Kimseyi ve hiçbir şeyi kırmadım şu hayatımda, bir sandalyeyle bozamam bunu. Bir bardak duruyor masada, dolu mu boş mu anlayamıyorum. Bazen dolu gibi geliyor bazen yarısı boş. Bazen merak ediyorum neden merak ettiğimi. Kullanmadığım bir bardak, ne fark eder, ister dolu olsun isterse boş. Yine de gözüm kayıyor arada, engel olamıyorum. İnsanlara da aynısını yapmıştım, hatırlıyorum. Hayatıma hiçbir etkisi olmayan, muhtemelen olamayacak insanların dolu mu boş mu olduğunu merak etmiştim. Gözüm değil, gönlüm kayıyordu o zamanlar. Keşke sadece birkaç derecelik açıyla yer değiştiren gözbebeklerim ile benim aramda kalsaydı bu merak. Kalmadı, dilim de dahil oldu duruma, “Merhaba!” dedi çoğu zaman. Henüz ilk sözcükte kaybedilen bir savaştı bu, tüm seferlerinde. İnsanlardan uzak durulmalıydı ömür boyu. Varlığımız bile, bizi var eden canlılardan ayrılmamızla sağlanmıyor muydu? Gerçi bir araya gelinmese, bu ayrılma da söz konusu olamayacaktı. Bunu başka bir zaman düşüneceğim.
Geçmiş bir zamanda bir arkadaş yaratmıştım kendime, insan olmamasına niyetlenerek. Gidecekti çünkü, gönderecektim onu. Biliyordum ki insanlar yalnız gitmezlerdi hiçbir zaman. Bir gelirlerse birden fazla giderlerdi, sizden bir şeyleri atarak çirkin çantalarına. İnsan olmayacaktı arkadaşım. Uzun, sivri dişleri göğsüne kadar inen; saçları çürümüş yosunlardan olan, kocaman siyah gözleri ve bir sonsuz boşlukmuş gibi her şeyi yutmaya teşne ağzıyla belirmişti karşımda. Farkında olmadan bir insan yaratmıştım yine. Konuşmak için ağzını açtığında büyük bir rüzgarla birlikte masamın üzerindeki her şeyi kendine çekmişti. Birkaç sözcük istemiştim ondan sadece. İnsandı sonuçta, kendinden vermeye alışık değildi, vermedi. “Git!” dedim ona. Konuşacak bir şeyimiz yoktu. Gitmek istemedi gibi geldi başta ancak ikiletmedi de söylediğimi. Belirdiği gibi kayboldu gözümün önünden. Onun yokluğuna alışınca gözüm, tekrar bardağa kaydı. Yerinde yoktu bardağım artık, giderken yanında götürmüştü insan. Beni büyük bir bilinmezlikten kurtardığı için teşekkür ettim sessizce. Artık biliyordum bardağın tamamen dolu olduğunu. Kaybettiğimiz her şey, en iyi haliyle hatırlanırdı ne de olsa. Mesela üzerinde oturduğum sandalye, ayağa kalktığım anda değerlenecek benim için. Gerçi sağ olsun, yıllardır tek kelime etmeden yükleniyor ağırlığımı ama ben de bir insanım, ulaşamayacak hale gelinceye kadar bilmem değerini hiçbir şeyin. Birkaç kelime edebilseydi keşke, bu kadar yalnız olmazdım belki o zaman. İyice kaybediyorum düşüncelerimin kontrolünü. Bir sohbete ortak sandalye ha? Umarım günün birinde birileri yazmaya niyetlenmez bunu. Eminim ki berbat bir fikir olur yazmak için. Aslında bir ara ben düşündüm, eşyaları konuştursam nasıl olurdu diye. İstediğim her şeyi söyletebilirdim onlara. İtiraz edebilecekleri bir bilinçleri bile yoktu zavallıların. İnsanların konuşmalarına katlanmaktan daha kolay olurdu muhtemelen. Ah şu insanlar, sizinle alıp veremediğim ne? Verdiğim çok aslında, alamadıklarımı da biliyorum. Bu sorunun cevabı olmalı o zaman zihnimin bir yerlerinde. Zihnimin içinde birçok şeyin cevabı olmalı. Zihnimin içinde ben de olmalıyım. Yerimden kalkmaya karar verdiğimde söz, arayacağım bu cevapları.
[zombify_post]
0 Yorum