Linçle Büyüyenleri Saygıyla İndirme Çalışması 2: Azra Kohen, Başak Sayan İntihal Davası
‘Öz Yeğeninin Tecavüzcüsü Osman Çur’ adlı yazım için tıklayın…
Diğer ‘Edebiyat‘ içeriklerine ulaşmak için tıklayın.
Linç edeyim de popülaritem artsın bilincini, bile isteye üstelik ”ruhani bilinci”m var benim diyen birilerince önümüze seren bir dava.
Linçle büyüyenleri saygıyla indirmek derken bunu kastediyorum. Saldırıyla varlık kazanan, enteresan insanlar mevcut.
Şimdi enteresan olma gayreti yüksek bir saldırıyı daha incelemeye geldi sıra.
Neredeyse Sonuçlanmış bir davanın , başlangıçtan sonuna taraf hallerini , insanca inceleyelim. Aralara insani olarak , baktığım yeri gösteren bir kaç yorum da ekleyeceğim tabii.
Öncelikle, benim ve yargının haklı bulduğu taraf Azra Kohen’in benim de benzer bakışaçısında olduğum bir düşüncesini aktararak başlamam gerek. Kendisi diyor ki, Eski bilgiler üzerine sürekli bir şeyler koyarak yaratıyoruz, yaratımın özgünlüğü ne kadar mümkündür,bilmiyoruz. Haklı ve dayanağı var , hemen belirteyim:
Bilimden örnek verecek olursak, iskenderiyeden kaçırılan matematik teorileri, anadolu alimlerince geliştirilip saklanmış ve sonra batı biliminin temeli haline gelmiş. İbni Sina’nın Tıp derleme kitabı yüzyıllara varan bir dönemde tıp dünyasında geçerliliğini koruyup okutulmuş. Oradan yola çıkan bilim insanları üzerine koya koya yeniyi yaratmış.
Yeni, geçerli bilgi üzerine koyarak gelişir, büyür, yenilenir. Azra hanım bunu iyi bilen anlayan ve aktaran birleştirici bir ruh.
Bu konuda benzer bulunabilecek bir örnek Elif Şafak-Aşk romanı ve Sinan Yağmur -Aşkın Gözyaşları serisi. Bu yazarlar çirkinleşti mi? İkisini de okudum. İyi ki yazmışlar. Aynı hikaye bambaşka iki uslupta bambaşka iki ırmaktan denizime aktı. Aynı hikaye, emin olun.
Bu konuya Dünya edebiyatında en iyi örneklerden biri de elbette Marlowe ve Goethe’nin aynı hikayesi Dr Faustus.
Marlowe öldükten sonra, 40 yıl sürede Goethe, Dr Faustus’u bambaşka bir biçimde yeniden yazdı. Hikaye aynı, Mephisto aynı, Gretcha aynı… Fakat biz Faust’u Goethe’den biliyoruz. Uslup ve aktarım kabiliyetidir edebiyatta değerli olan.
Uslubu, yalınlığı, aktarımı gerçek bir yazar; okuyucuya geçirir hatta enjekte eder bilgiyi.
Azra Kohen, Araştırmacı ve Bilimsel kimliğini ön plana koyup, ünvanları yerine insanlığına sığınmış bir rol model olmayı başaralı çok oldu. Ünvanları da verdiği emek dolayısıyla azımsanacak gibi değildir.
Rol model olmak, Mentor görülmek öyle kolay bir iş değil, emek ve iyi niyet yansıdıkça alınan muazzam bir enerji.
Başak hanım elbet bu gölgeden doğdu. Zannediyorum, baya da duyuldu. Bu Başak hanıma acı vermeliydi, gönderilerindeki bilinç eğer gerçek olsaydı zaten insanca, özür dilemeliydi.
Anlaşılması gereken şu, mahkeme zaten ARAKLAMA(İNTİHAL) yoktur dedi.
Bin farklı yere gitseler aynı şey söylenecek; makale yazarak geçinen bir yazar olarak şunu net belirtmem gerekiyor; bir avrupa yayınevi intihal eseri basmaz. Yazılı, basılı makalelerden, romanlara her şey incelenir özellikle ”Strega” gibi büyük bir ödülün verildiği İtalya’da basılıyorsa kitabınız bu inceleme daha derin olur. FiÇiPi İtalya’da basıldı.
Azra hanım önce yurtdışında aldığı eğitimlerin Türkiye’de geçerliliğini onaylatmadı diye, zorlu eğitimleri alınmamış sayılsın diye, eşekarılarınca saldırıya uğramıştı. Arkadaşlar, Türkiye Vatandaşı olmayan biriyle yurtdışında evlilik yaparsanız, Türkiye’de bekar sayılıyorsunuz . Ülkemiz hiç bir ülkeden uzun uğraşlar olmadan denklik kabul etmiyor, eğitimi bırakın, evlilik için bile ki her şey pandemi sürecinde yoğun çabalar sonucu, belgelendi, paylaşıldı.
Başak hanım bu saldırıyı bile ”ben sadece okuyucularım dedi diye baktırmak istedim” iyi niyet gösterisiyle meşrulaştırdığı iftirasının ardından çirkinleşmiş ”pasif agresif ” bir tavırla ŞAİBELİ VE HIRSIZ yaftalamasına devam etmiş.
Atalar şaşmaz, iyi meyve veren ağaç taşlanır.
Bu çok acı.
Bakın Şunu yazmış :
”Her şey bundan 4 sene evvel bir sabah bir internet sitesinde Bağlanma Korkusu adlı okur yorumlarını okumamla başladı.Bağlanma Korkusu ve Fi aradındaki benzerlikten bahseden ve beni intihalle suçlayan bu yorumları okuyunca öfkelenip Bağlanma Korkusu’nun 2011, Fi’nin ise 2013 yılında yayınlandığını belirtip intihali benim değil karşı tarafın yapmış olabileceğini belirttim.Ardından da intihalin olup olmadığının tespitini belirlenmesi için dava açtım.Aynı anda Azra Hanım da 1,5 milyon değerinde manevi tazminat davası açtı.
Bu süreçte adalete güvenmeyi tercih edip sessiz kaldım.Ne Azra Hanımın dilekçesinde yazıp, okuduğu ama sonradan şaibeli olduğu ortaya çıkan okullar ve eğitimi üzerinden kendisini yüceltip beni aşağılayan üslubuna sesimi çıkarttım ne de dava dilekçesine konu ettiği çarpıtılan tanışıklık hikayemize.Yayınevinde tesadüfen 5 dakikalığına karşılaşmış iki yazar olarak onu kitabı üzerinden tebrik etmemden daha doğal ne olabilirdi?
Türkiye’deki adalet sisteminin ne durumda olduğunu zaten yazmayacağım.Herkes neyin ne olduğunun farkında.Keşke size bilir kişi raporunu okutabilseydim de anlasaydınız nasıl bir uslupla yazıldığını.Hukukilikten uzak,tamamen yanlı, sübjektif bir rapor olduğunu görecektiniz.Azra hanımı yücelten,beni aşağılayan bu rapora itiraz ettik elbette.Ancak davanın uzun sürmesi ve başka nedenlerle mahkeme yeni bir bilir kişi atamadı.
Mahkeme cuma günü sonuçlandı ve hakim bugüne kadar Balyoz davalarında bile görülmemiş bir manevi tazminata hükmetti.Yargıtay’ın manevi tazminat zenginleşmeye sebep olmamalıdır kararına rağmen üstelik.Gerekçeli karar açıklandığında ne olduğunu anlayacağız elbette.
Hayatım boyunca kimseye ne iftira attım ne de bilerek kötülük yaptım.Çünkü ben ne yaparsam aynısını yaşayacağımı bilen,bunu tecrübe etmiş,idrak etmiş biriyim.Yaptığım tek şey hakkımda yazılan suçlamalara karşılık verip hakkımı aramaktı.Ama nedense hak aramak iftira ile eşdeğer tutuluyor günümüzde.
Dava bir üst mahkemede devam edecek.İstinaf ve Yargıtay süreçlerinden sonra adaletin yerini bulacağına inanıyorum.Tüm okurlarımı bilgilendirmek istedim.(Not:Günün postunu birazdan yayınlayacağım,merak etmeyin)”
Başak Hanımın Profiline baktığımda zaten bir ”küçük Azra” görüyorum. Gördüğüme üzülüyorum. Çünkü bu hal, muhtemelen kendi çizgisi oluşabilecek bir yazarın, kendi çizgisi başından beri net olan başka bir yazara ; ilgiye açlık sebebiyle bildiği tek yolla; popüler bir polemiğin malzemesi yaparak; saldırdığı için böyle görüyorum.
Başak hanım eğer; ‘Azra hanım, bu dava sonucu belirlenen tazminatı Hadi Derneğine ya da herhangi başka bir kuruma bağışlayıp, benzerlik ile ilgili bana yorumlar iletmiş okuyucularım adına, sizi inciten bu dava için özür dilerim’ diyebilse, kitap sepetime bir iki adet Başak Sayan kitabı eklerdim.
Şimdi Başak hanım, Azra hanımın gölgesinde bana ulaşmış, taklit gördüğüm bir yazar oldu gözümde.
Bağlanma Korkusu ve Fi’deki Can Manay ‘ın Narsistik , Obsesif Kompülsif ve Kompleks kişilik bozukluklarının bir sonucu olan Bağlanma Korkusunu ile kendi kitabındaki hikayeyi benzeştirip, Azra Kohen’i kendisinin taklitçisi görmesi acayip bir sanrı çünkü Azra hanımın yıllardır söylediği ve okuyucularına bildirdiği her şeyi son aylarda Başak Hanım paylaşımlarında kendince tekrar ediyor.
Bunlardan biri:
”Çocukluğumdan kalma bir alışkanlık zamanı planlamak. Daha ilkokula başladığım sene günlük ve haftalık program yapar bir kağıda yazıp odamın duvarına asardım. Kaçta kalkacağım, kaçta okula gideceğim, kaçta tv izleyeceğim, kaçta ödev yapacağım her şey o çizelgede belliydi. Zaman geçti bir yetişkin oldum. Ama zamanı yönetme biçimim hiç değişmedi. Hala günlerimi planlıyorum en ince ayrıntısına kadar. Bana en çok sorulan soru tüm bu karmaşada ve yoğunlukta her şeyi yapacak zamanı nasıl bulduğum. Cevap burada gizli. Zamanı yönetemeyen biri hiçbir şeyi yönetemiyor. Üstelik belki farkında değiliz ama dünyadaki en kıymetli şey aslında zaman. Telafisi de yok. Her şeyi planlıyoruz, dikkat ediyoruz da en kıymetli şeye hesapsızca harcıyoruz. Oysa bir gün gelecek, sayılı zaman tükenmek üzereyken yapamadığımız, zamanasızlıktan diyerek fırsat bulamadığımız şeyler için üzüleceğiz. Oysa onu adı zamansızlık değil, zamanı iyi değerlendirememek. Saat şu an sabahın 8’i. Ve ben çoktan kahvaltı, yürüyüş, çocuklar için hazırlık, kedilerimizi ve köpeklerimizi doyurmak gibi, her şeyi halledip, çalışmaya başladım. Çocuklar uyanınca bir saat ara. Sonra yine devam. Eskiler bunu bilirmiş. Boşuna ermen kalkan yol alır dememişler. Herkese kocaman bir günaydın. Hadi kalkın artık!”
Bu yazıdan bir süre sonra da umarsızca Zaman Yanılsamasından bahsettiği yazıları var.
Borderline Kişilik bozukluğu ve Obsesif kompülsif bozukluğun ortak kişilik sapmalarından olan kısa sürede iki zıt düşünceyi dengeli olmayan biçimde haklı gösterme hali ve Başak hanımın sürekli gönderilerinde belirttiği ”mükemmeliyetçilik” bu hırslı İFTİRA sürecinin geldiği hasta olan kökü, gerçeği görmeye çalışan , inceleyen her göze kolayca gösteriyor.
İki zıt düşünce eğer diyalektik yöntem : tez-antitez-sentez kuramıyla münazara edilirse bir sonuç çıkar ortaya, çalışan bir beyin bilimsel diyalektik materyalizmle sayfalarca bunun üzerine yazabilir. Fakat durum böyle değil ki…
Düpedüz acayip.
Parayla tıp doktoru olmak gibi. Böyle bir doktor, ağır bir deri enfeksiyonu olan bulaşıcı ”kızıl” hastalığı için ”alerji”deyip bir de üzerine ilaçlar yaptırmıştı küçücük bir bebeğe.
Bu bulaşıcı hastalıkla enfekte olan sayısı arttıkça , ruhaniliklerinden emin bu varlıkların yarattıkları ilizyondan baksalar bile o parayla doktor olmuş doktorun omuzlarındaki karma yükünü anlamaları gerekir.
Parayla ruhçu olmuş olsalar bile 🙂
Üzücü.
Çünkü burada da bitmiyor, ruhani ve kişisel geliştiren muazzam alıntıların sahibi maalesef kendini tekrar edip , kurnazlıklarla tazminatını ödememenin yollarını arıyor…
Nasıl mı?
Başak hanımın hala devam ediyor dediği mahkeme sürecinde, düşmanlık güttüğü Azra Kohen’in AEDEN adlı kitabı üzerinden yine ”Pasif Agresif ” bir biçimde hiç yapmadığı bir şey yapıp takipçilerine KİTAP ÖNERİYOR.
Kitap
Pasif agresif kişilikler her daim benzer bir yol izlerler, bir yazarın çeşitli kimlik ve kişilik geçişleri yaşaması normaldir. Bu da öyle normal ki.
Zeki olan her insan, şu cümleyi anlar : ”takipçilerimin sürekli istediği üzere kitap önerisi”
Yahu…
Ya huuuu…
Aden zaten, hakkında yüzlerce kitap yazılmış, bir konu. Aden çocuklara da verilen isim. Aden project bile mevcut. Cennet bahçesi Başak hanım, siz dava sürecinde böyle bir çalışma yapıp, agresyonunuzun karşı tarafta anlam bulmasını istediniz de ben bu toy halime gelse bu denli çirkin saldırılar bu denli sakin dahi kalamazdım siz yine en insani şekilde aldınız cevabınızı daaaaa
Şimdi bunu yapıp, kaybettiğiniz davanın tazminatını Azra hanım hakaret etti diyerek geri alacak zannetmeniz çok komik olmuş.
Lisenin popüler kızının, çalışkan ve çok beğenilen kızına nereden saldıracağını bilemeyiş seramonisi.
Tekrar edeyim; her güzel şey, varolan bilginin üzerine yeni koyarak en iyi yapanın hakkını aldığı muazzam bir dengeyle yürür.
Okulda dahi, herkese aynı kompozisyon konusu verilir lakin 1 kişi 100’lük kağıt sunar.
Ben de hata yaparım, sen de yaparsın…
Herkes yapar.
İnsan kontrolünü kaybeder elbet okurlarının gazına gelerek de, kendi yolunda dimdik duran, sadece bilgisini ve iradesini sevgiyle paylaşmaya gayret eden öncü olmuş bir ruha bu denli popüler kültür çirkinliğiyle yaklaşmaz zannederdim.
Lakin dünya böyle değil mi?
Olmadığı gibi görünen asıl kopyacıların, kopyaladıkları insanın, onları kopyaladığını iddia ettikleri; enteresan bir ilizyon.
Mevzu yazarlıksa, bir yazarın, yazarlığın sanatsal gücünün yanında varolan asil duruşunu bu denli zedelememesi gerekirdi diye düşünüyorum.
Şimdi ben nasıl Başak Sayan okuyacağım?
Belki bana katkınız olacaktı Başak hanım… Şimdi beni o katkıdan mahrum ettiğiniz için memnun musunuz?
0 Yorum