Herkese merhaba. Çok kısa bir süre önce çıktığım pozitif karantina döneminde yaşadıklarımı bugün sizlere aktararak, en azından sizlerin böyle bir süreçte neler "yapmamanız" gerektiği ile ilgili fikir sahibi olmanızı istedim. O yüzden bugün bu deneyimi sizlere anlatacağım. Hazırsanız başlayalım.
Öncelikle kendi durumumdan bahsedeyim size. 24 yaşında uluslararası bir şirketin üretim sahasında görevliyim. Ve en önemli nokta; tek yaşıyorum. Bu yüzden bu yazı biraz daha yalnız yaşayan ve çalışan kişiler odaklı olacaktır.
Öncelikle en büyük avantajınız ailenize bulaştırma riskiniz yok; çünkü teksiniz. Bir oda içinde de tıkılı kalmayacaksınız; çünkü tek yaşıyorsunuz tüm ev sizin. Ben şirkette test yaptırdığım için test yaptırdıktan sonra sonuçlar çıkana kadar iki günlük karantina sürecim olmadı. Test sonucu revire gider her zaman ve sadece pozitif vakalar çağırılır. Çağırıldığınız zaman bilin ki sonucunuz pozitif. Sizi önce bir izole odaya alacaklar ve ardından kimlerle düzenli temasta olduğunuzu soracaklar. İsimlerde verildikten sonra özel bir araç sizi eve götürmek için kapıda bekliyor olacak. Araca binip eve girdiğiniz andan itibaren karantinanız başlıyor.
Benim dezavantajım süper taşıyıcı olmaktı. Yani testiniz pozitif ama hiçbir belirti görülmüyor. Zaten sizi zorlayacak tek olay bu. Çünkü her an ne olacak korkusu ile yaşamaya başlıyorsunuz. Bunu şu an düşünmek bile bazen beni çok yoruyor.
1. Gün: İşe gitmediğiniz için alarmınız kapalı, bütün gün dinlenmek ve uyumak isteyeceksiniz. Birkaç gün yapabilirsiniz, ama devam ettirmeyin bütün düzenin bozulmasındaki ana etken bu olacak. Bu tür durumlar için evinizde her zaman yedek erzak bulundurmanız da iyi olur; çünkü ilerleyen günlerde yapacak bir şey bulamadığınızda mutfağa girip yeni şeyler denemeye başlayabilirsiniz.
3. Gün: Artık uyku ve yemek düzeniniz tamamen bozuldu. Çünkü ilk gün aşırı dinlenme isteği ile saatlerce uyuduğunuz için artık güneşi görmez hale geldiniz. Akşam 9 uyanış, sabah 9 kapanış şeklinde yaşamaya başladınız. Yemeklerinizi de çok geç saatlerde tükettiğiniz için kilo almanız bir hayli olası.
7. Gün: Bir hafta geçmesine rağmen hala hiçbir belirti yaşamıyorsunuz. Her sabah rapor yazmaktan ve polisin hastanenin aramalarına cevap vermekten sıkıldınız. Hareket alanınız kısıtlı olduğu için vücut gittikçe hantallaştı. Artık spor yapma düşüncesi bile zor gelmeye başladı. Yaptığınız tek şey uyanmak, dizi, film izlemek yemek yemek abur cubur tüketmek ve uzanmak.
11. Gün: Hala hiçbir belirti yok. Uykuya dalacağınız zamanlar artık korkularınız gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Ya uyandığınızda bir anda belirtiler başlar ve nefes alamamaya başlarsanız? Bir kere aklınıza düştü. Artık hep bu korku ile uyanıp uyuyacak, her uyandığınızda etrafı koklamaya, hemen bir şeyler atıştırıp tadını almaya çalışacaksınız.
14. Gün: Karantinanın son günü bugün. Bugün yeniden test yaptırınız ve eve döndünüz. Test sonucu açıklandıktan sonra artık tekrardan iş başı yapabilirsiniz. Karantina boyunca sizi asla aramayan insanlar size iş yerinde yakın davranmaya size sorular sormaya başlayacaklar ve herkes hoş geldin geçmiş olsun ile giriş yapacaklar. Ama size asla nasılsın diye sormayacaklar. Onun yerine "Hangi belirtileri gördün? Hangi rahatsızlıkları yaşadın?" diyecekler. Bir kaç kişi ardından şunu fark edeceksiniz. "Sizin nasıl olduğunuz asla önemli değil." İnsanlar kendi korkuları ile yüzleşmeden önce, o an geldiğinde ne hissedeceklerini öğrenip buna hazır olma derdinde. Ama siz dert değilsiniz sonuçta hala ölmediniz öyle değil mi?
Zaten en büyük yanlışlarımızdan biri insanların nasıl olduğunu gerçekten merak etmiyor oluşumuz değil mi? Küçük bir çocuğa bile nasılsın demeden önce okul nasıl gidiyor diye soran yine bizler değil miyiz? Gerçekten de ağaç yaşken eğiliyor; çünkü küçüklükten beri bir çocuğa nasıl olduğunu sormayarak aslında insanların nasıl olduğunun önemsiz olduğunu düşüncesini aşılamıyor muyuz? Bu şekilde büyüyen bir birey ileride birisi gerçekten onun nasıl olduğunu sorduğunda verdiği cevap ne kadar doğruya yakın oluyor peki?
Bu yazıyı bitirmeden önce sevdiğim bir yazarın birkaç mısrasını sizlere bırakıp aranızdan ayrılıyorum. Yazı ile ilgili düşüncelerinizi kendi yaşadıklarınızı ve yorumlarınızı belirtirseniz beni mutlu edersiniz, hepinize iyi günler diliyorum.
"Konuşuruz diye diye konuşmadığımız kaç bağımız var hayatta?
Bizden önce bize bağlanan, ayaklarımıza dolanan, atamadığımız, ötelediğimiz.
Hiç tanımadan yıllarca yan yana odalarda uyandığımız?
İnsan ailesini hiç tanımıyor.
Birinin neleri sevdiğini bir kaç ayda öğrenirken,
Mesela kardeşinin kabuslarını bilememek.
Laf olsun diye yapılan kahvaltılar…
En yakın, en yabancı.
Yakınlık, mesafeleri kısaltmıyor.
Keşke başka bir yolu olsa sevmenin…"
0 Yorum