Lisedeyken üç sıra arkasında oturan Demir’e aşıktı Leyla. Demir okula geleli daha 2 ay olmuştu. Çok sıcakkanlı biriydi Demir. Uzun boylu, yapılı biriydi. Yaşıtlarının aksine yüzü sivilcelerle dolmamıştı, sınıftaki erkeklerin aksine ay gibi parlayan bir yüzü vardı. Büyük kahverengi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Her hareketinde bir canlılık bir gösteriş vardı sanki. Gülümsediği zaman parlayan gözlerinde çapkınlık vardı. Leyla sınıftaki her kız gibi ona aşık olmuştu. Ama ona açılabilecek cesareti yoktu. Sınıftaki birçok kız onunla sevgili olmak için yapabilecekleri her şeyi yapmış, bir tek bunu teklif etmemişlerdi. Ama Demir bu kızlara hiç cevap vermemiş, onlara yüz vermese de tatlı bir gülümsemeyle arkadaşça davranmaya devam etmişti. Leyla onun gözlerinde gördü ilk defa kaygısız mutluluğun ne demek olduğunu. Onun gülümsemesinde görmüştü canlılığı ve bitmeyen umudu.
İlk günlerde bütün sınıfla arkadaş olmuştu Demir. Leyla haricindeki herkesle. Çünkü Leyla yabani biri sayılırdı. Sınıftaki erkekler onun hakkında; “Ona karışma, burnundan kıl aldırmaz o.” Diyorlardı Demir’e. Demir ise söylenenleri gülümseyerek dinliyor bir yandan da Leyla’ya bakıyordu. Sınıfın en güzel kızı sayılmasa da duru bir güzelliği vardı. Donuk mavi gözleri ve uzun kirpikleri ona çekicilik katıyordu. 16 yaşında olmasının verdiği kadınlık ile çocukluğun arasında kalmışlık onda yoktu. Yaşıtlarına göre daha olgun duruyordu. Hal ve tavırlarına, konuşmasına bu olgunluk yansıyordu. Diğerlerine göre daha ağırbaşlıydı. Gençliğin verdiği o deli doluluk onda yoktu. Sınıfta hep en önün bir arkasına oturur, sıra arkadaşı Selma ile ve önde oturan 2 diğer arkadaşıyla sohbet ederdi. Ders başladığı zaman eğer ilgisini çekiyorsa not alır çalışırdı, eğer ilgisiz olduğu bir ders ise boş gözlerle bahçeye bakar veya defterini rastgele karalardı. Ortalama bir öğrenciydi. Resim dersine ayrı bir hassasiyeti vardı ve diğer dersleri o kadar önemsemezdi. Yeteneği de vardı konuda. Onun çizdiği resimler hep liselerarası yarışmalara gönderilir, bazen ödül bile alırdı. Annesi onunla çok gurur duyardı. Ama babası ve abisi bundan pek hoşlanmazdı. Leyla genellikle gününün yarısını karakalem resim yapmakla geçirirdi. Yaşıtlarının aksine aşk meşk meseleleri onun ilgi alanı değildi. Bunları konuşurlarken bile o utanır, yanakları kızarırdı. Demir gelene kadar sınıftaki hiçbir erkeğe o gözle bakmamıştı. Zaten sınıfındaki birçok erkek aptaldı onun gözünde. Ona açılmaya çalışan birkaç çocuk olmuştu ama bunu yaptıklarına pişman olmuşlardı. Çünkü Leyla bu çocuklara çok sert davranırdı. Böyle davranmasının sebebi onları kendinden soğutmak içindi. Ama bu karşı tarafta ego ve kibir olarak algılanırlardı. Ekonomik durumu sınıfa oranla düşüktü. Gecekondu gibi bir evde yaşardı. Bu yüzden sınıf arkadaşları ona “Gecekonduların Prensesi” diyorlardı. Leyla bu lakabı ilk duyduğunda umursamamıştı. Ama bu sürekli tekrarlanınca sinirini bozmaya başlamıştı. Sırf bu yüzden sınıftan bir çocuğa öyle bir tokat atmıştı ki koridorlar tokat sesiyle yankılanmıştı. Bu olaydan sonra lakabını onun yüzüne söylememişlerdi. Sert bir kızdı. Bastırılmış duygularının verdiği bütün sertlik hareketlerine yansıyordu. En yakın arkadaşı Selma’ya söylediği her şey bütün okulda konuşulur, ancak onun kulağına gitmezdi. Gecekonduların Prensesi lakabını da Selma takmıştı ona. Selma onu hep kıskanırdı. Ancak Leyla bunu fark etmezdi. Leyla’ya içten içe hep kin beslerdi. Leyla ondan çok daha güzeldi. Selma kısa boylu, hafif toplu bir kızdı. Kıvırcık siyah saçları onu daha kilolu gösterirdi. Bacakları da hafif çarpıktı. Leyla’nın yanındayken kimsenin ona bakmayacağı aşikardı. Selma’nın hoşlandığı çocukları Leyla hiç düşünmeden reddederdi. Hele bu çocuklar Leyla’nın peşinden koştukları zaman Selma sinirden kızarır ancak belli etmezdi. Sinsi bir kızdı. Selma’nın son hoşlandığı çocuksa Demir’di. Demir ise kimseye arkadaşlık dışında bir şey hissetmiyordu. Selma’nın yaptığı kurlar işe yaramamıştı. Demir’e hayran gözlerle bakarken Leyla’yı görüyor, hırsından daha fazla köpürüyordu. Leyla ise belli etmemeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Demir’den hoşlandığı her halinden belliydi.
Leyla o dönemde resim dersine bile ağırlık veremiyor, okul hayatı boyunca ders anlamında en kötü dönemini yaşıyordu ama hiç olmadığı kadar umutlu ve sevinçliydi. En hoşlandığı şey Demir sınıfta espri yaparken ona dönüp bakmaktı. Demir etrafa neşeli gülüşler saçarak esprisinin etrafındaki tepkisiyle mutlu oluyordu ve göz ucuyla Leyla’nın gülümseyen yüzüne bakıyordu. Leyla bunun sadece öylesine bir bakış olduğunu bilmesine rağmen içi ısınıyor, midesinde tatlı bir telaş hissediyordu. Platonik olarak sevmenin en büyük zorluğu her olumlu hareketi karşılıklı bir aşk olarak düşünmektir. Ve bu düşüncenin yalandan ibaret olduğunu, o olumlu hareketin alelade bir şey olduğunu bilmektir. Bir yalanı yaşamaktan başka bir şey değildir. Leyla bu yalanı seve seve yaşıyordu işte. Hayatında hiçbir şey o zamana kadar umut taşımamış, onu hep hayal kırıklığına uğratmıştı. Leyla bu hayal kırıklıklarının bir daha yaşanmaması için artık birçok şeye tepki vermemeyi öğrenmiş, hayatın olağan akışını bozmamayı kendine öğütlemişti. Bu yüzden Demir’e onunla ilgilendiğini belirtecek her hareketten kaçınmış, onun hayatını değiştirecek her hamleden kendini uzak tutmuştu. Uzaktan sevecekti Leyla.
Kendi hayatını bile uzaktan yaşayan bir kızdı. Bir kere bile yaşamayı denememişti. Bunu ona ailesi öğretmişti. Onun duygularını, düşüncelerini önemsemeyen ailesi, onun hayatını da önceden belirlemişti. Ona hiçbir duygusunu belli etmemeyi öğretmişti. Onun bütün duyguları bastırılmıştı. Bu da ona yıkılamaz duvarlar vermiş, Leyla bu duvarları bütün insanlara bir zırh olarak kullanmıştı. Bu duvarlar hem onu koruyor hem diğer insanları ondan uzaklaştırıyordu. Ailesinin istediği gibi dokunulmaz ama tutsak şekilde yaşıyordu hayatını. Ama bu duvarların taşları gevşemişti. İlk gençliğin verdiği karşı konulmaz arzular onun bütün vücudunu sarsmış, onu bir duvar ustası yapmıştı. Her boşluktan sızan ışıkları bir kavga halinde sıvayla kapatmak zorunda bırakıyordu onu ilkgençlik. Aldığı her nefeste, gördüğü her gözde, duyduğu her seste bir ışık duvarlarını delip geçiyor, Leyla bu duvarı hüzünle kapatmaktan başka bir yol bulamıyordu. Başka bir yol bilmiyordu çünkü. O ışıklar onun korkulur rüyasıydı. Eğer bir ışık o duvarlardan geçerse ona zarar verir diye korkuyordu. Aslında korktuğu ışık değil babasıydı. O duvar babasıydı. Annesiydi. Abisiydi. O duvar toplumdu. O duvarın dışında olan her şey ahlaksızlık, namussuzluk olarak gösterilirdi. Leyla da duvarın arkasında olanları ayıplardı. Ama bu duvarın ardında güzellikler var mıydı onu merak ediyordu..
Leyla okuldan eve, evden okula şeklinde yaşayan, monoton bir hayat yaşıyordu. Eğer annesi olmasa okula gidemeyecekti çünkü babası onun okumasına karşıydı. “Karının okuyanı başa beladır.” Derdi hep. Yaşadığı çağdan çok daha geri kalmış bir adamdı bu yüzden Leyla ondan nefret ederdi. Hiçbir zaman o evden mutlu ayrılmamıştı. Çünkü babası ona sürekli baskı yapıyor ve onun dediklerinden çıkmadığına emin olmak için sürekli onu uyarıyor, sorguya çekiyordu. “Sınıfta sana asılan var mı? – Cevabı beklemeden – Seni biriyle görürsem bacaklarını kırarım. Kimseyle yüz göz olma.” Deyip dururdu her gün. Aslında babasının umurunda değildi Leyla’nın ne yaptığı. Onu sadece sıkıştırmak istiyordu. Bundan zevk alıyordu. Bir de konu komşu ne derdi? Bu da annesinin kuruntusuydu. Komşuları akrabaları onun hakkında ne düşünüyor, en büyük derdi bundan ibaretti. Onun sadece kuyusunu kazan, ne yaparsa yapsın içinde bir kötülük bulan bu insanların düşünceleri her şeyden önemliydi. “Geçen gün seni parkta görmüşler kızım. Hani sen okuldan çıktığında eve geliyordun? – “Selma ile biraz sohbet ettik anne.” – “Aman kızım beni milletin diline düşürme.” Genelde aralarında bu tip konuşmalar geçerdi. Abisi ise hep asabiydi. “Kızım beni dinden imandan çıkartma! Ne o öyle dar pantolonla okula gidiyorsun. Başlarım okuluna senin ha. Katil mi edeceksin beni!” Halbuki sinirlendiği falan yoktu. Bu konuşmaları abi olmanın verdiği hislerle söylüyordu. Bu evde kimsenin onun hisleri ve düşünceleri hakkında bir fikri yoktu. Onunla aynı şeyleri yaşamış annesinin bile. Ama annesinin duvarları hiç sarsılmamıştı. Onun aksine hiçbir şey hissetmemişti onun yaşlarında.
Babası ile abisi ise tamamen farklıydı. Onların duvarları yoktu ya da camdandı. Onlar her istediklerini yapabiliyorlar ancak yaptıklarından dolayı suçlanmıyorlardı. Kendilerinin dayattıkları duvarları istedikleri zaman aşıyorlar, istedikleri zaman tekrar duvarın arkasına geçip dışarda olanları kınıyorlardı. Abisi babasına sürekli çapkınlık anılarını anlatıyor, sevgililerini istediği zaman açıklıyordu. Leyla babasının bir defa bile kızmadığını fark etti abisine. “Delikanlı adamsın. Kanın kaynıyor tabi.” Diyordu hep. Kendisine gelince bir parkta kız arkadaşıyla oturmak bir suçtu. Ama abisi istediği kızla gezip dolaşıyor, gece geç saatlere kadar eve gelmiyordu. Leyla ise eve 5 dakika geç kaldığında 1 saat sorguya çekiliyordu. Abisi alkol içmekte, sigara içmekte özgürdü. Gece saat 3’te alkollü bir şekilde eve geldiğinde babasının tepkisi genelde; “Gene kimin canını yaktın hayta.” Şeklinde oluyor, ve cevabı beklemeden yatağa gidiyordu. Leyla ilk başta bunun abisiyle arasındaki yaş farkı ile ilgili olduğunu sanıyordu. Ancak abisi onun yaşındayken çok daha rahattı. Leyla bunu fark edince konunun yaşla ilgili olmadığını, toplumun ona biçtiği rolle ilgili olduğunu fark etti. O hiçbir zaman abisi kadar özgür olamayacaktı. Olamadı da. Babasının abisiyle ona davranışı arasında dağlar kadar fark vardı. Annesi de öyleydi. Sanki Leyla üvey evlattı o evde. Leyla’nın yaptığı her hareket suçtu. Kahkaha attığında bile kızıyorlardı ona. “Orospu gibi gülme.” Diyorlardı. Kıyafetleri evin en büyük sorunuydu. Dar bir pantolon giydiğinde veya bacağının ufak bir bölümünü gösteren bir etek giydiğinde hemen kızıyorlar ve değiştirmesini istiyorlardı. Her aşırı hareketinde hemen düzeltmesi için uyarıyorlardı. Selma veya başka bir kız arkadaşıyla telefonda konuştuğunda abisi veya babası elinden telefonu alıyordu. Kiminle görüştüğünü görünce telefonu ona geri veriyorlar ve kızgın bakışlarla onu süzüyorlardı.
İşte bunlar Leyla’nın duvarlarıydı. Yaşı ilerledikçe bu duvar gittikçe daralıyor ve Leyla’yı boğuyordu. Ona verilen bu duvarlar artık Leyla’yı korumaktan çok, bunaltıyordu. Her ışıkta gözleri kamaşıyor ve bilmediği başka bir dünyayı görme isteğiyle içi içini yiyordu. Ancak bunu yapacak cesareti yoktu. O duvarın arkasında ne olduğunu bilmek istiyordu. Ama bir yandan da korkuyordu.
O dönem eve kötü notlar ile gelince babası çılgına döndü. Leyla’yı okuldan alacağını söyledi. Ancak annesi karşı çıktı. En azından liseyi bitirmesi gerektiğini söyledi. Babası buna yanaşmak istemese de kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü Leyla ile ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Onu 16 yaşında evlendiremezdi, evde durması da onun için iyi değildi çünkü karısı temizliğe gittiği zaman eve nasıl kadın getirecekti? Leyla 18’ine bastığı zaman onu evlendirebilirdi işte. Bu yüzden 2 yıl okumasında bir zarar yoktu. Bu sayede Leyla okula devam edebildi.
Yılın 2. Döneminde okuldan alınmayacağının neşesiyle gitti ilk gün okula. Sınıf arkadaşları Leyla’yı hiç böyle mutlu ve tasasız görmemişlerdi. O gün hayatında iki mutluluk birden yaşıyordu. Okula devam etmek ilk nedeniydi. İkinci nedeni ise Demir’i görebilmekti. Gece uyurken onun ismini tekrarlayarak uyuyor, rüyasında onu görüyor, uyanınca onu düşünüyordu. Hayatının bir parçası olmuştu Demir. Hatta en önemli parçası. Demir ismini kendi kendine tekrarlarken; “Keşke ona da söyleyebilsem ismini.” diye düşünüyordu. Bu ismi her söylediğinde sesinin tınısını kontrol ediyor, eğer sert bir şekilde söylemişse özür dilemeyi ihmal etmiyordu. Yastıklara sarılırken ona sarıldığını hissediyor, ve bu hislerinden dolayı utanıyordu. Demir’i her düşündüğünde terlemeye başlıyor ve gözlerinin önünde hep o gülümseyen sevecen yüzünü görüyordu. Günlüğünün her sayfası Demir’in portresi olmuştu. Bir ressam bunun bir günlük değil portre çalışması olduğunu düşünürdü. Leyla o dönemin ilk gününde onu mutlu edecek üçüncü bir nedende görecekti. Demir ile ilk konuşması.
Okulda coğrafya dersine giren sert bir hoca vardı. Bu hoca aslında o sınıfa ders vermese de sınıfın coğrafya hocası tayin olduğu için derse o girmişti. Sınıf onu görünce hepsinin morali bozulmuştu. Ama bir tek Leyla’nın mutluluğunu bozamamıştı bu hoca. Okulun ilk günü olması sebebiyle birçok insanda kağıt kalem gibi edevatlar yoktu. Ama bu hoca not almayan öğrenciye çok kızar, iyi günündeyse sınıftan kovar, eğer ters tarafından kalkmışsa onu sille tokat kendi dışarı çıkarırdı. Gestapo derlerdi ona okulda. Demir’in de kalem kağıdı yoktu. Bir arkadaşından kağıt bulduysa da kalem bulamadı. Yakın sıralarında oturan arkadaşlarına sordu ancak yanıt olumsuzdu. Leyla bunların hepsini duyuyor ancak arkasını dönmüyordu. Demir sonunda onun adını söylemişti. Leyla ona döndüğünde kendisine tedirginlik ile karışık bir gülümsemeyle bakan Demir’i görünce kalbi öyle hızlı attı ki, kalbinin boğazına kadar geldiğini zannetti. Kulakları ve yanakları kızarmıştı. Demir kalem sorduğunda zaten kalemliğinin dışında ona vermek için hazır tuttuğu kalemi ona uzattı. Elleri bembeyazdı. Demir ona teşekkür etti ancak onun kulakları uğultudan duymuyordu. Ona kesik bir gülümsemeyle yanıt verdi ve önüne döndü. Nabzı çok hızlı atıyor, nefes alışverişi yavaşlamak bilmiyordu. Onun ismini söylerken ki tınısı o kadar güzeldi ki kendisi onun ismini bu kadar güzel bir tınıyla söyleyemiyor diye kendine kızdı. Beyninde onun sesi yankılanıp duruyordu. Hoca sürekli bir şeyler anlatıyor, bu anlattıkları Leyla’nın bir kulağından bile girmiyordu. Çünkü kulakları Demir’in “Leyla” kelimesini duyuyordu sadece. Bir tek o Leyla desin istiyordu. Ne annesi ne babası ne abisi ne Selma ne de bir başkası… bir tek o Leyla desin istiyordu. Rastgele defterini karalarken o gülümsemeyi düşünüyor, Leyla kelimesi kulaklarını dolduruyordu. Nefes alıp vermekte güçlük çekiyor ve etrafa boş, bulanık gözlerle bakıyordu. Selma bunların farkındaydı ve Demir’e olan ilgisini görünce Leyla ile ilgili başka bir dedikodu yayacağının yaşadığı sevinçle bir hocanın yazdıklarına bakıyor, bir Leyla’nın hareketlerini takip ediyordu.
Leyla her şeyden habersiz defterini karalarken zil çaldı. Hoca sınıftan çıkınca Selma ve önünde oturan kız arkadaşları dışarı çıkmaya davrandılar. Leyla’yı davet ettiler ancak Leyla bu teklifi reddetti. Sırasından kalkamazdı çünkü üstüne tuhaf bir ağırlık çökmüştü. Sanki günlerden beri koşuyormuşçasına terlemiş ve yorulmuştu. Zaten hep çok terlerdi. Pencereden bahçeye bakarken yanına birinin oturduğunu hissetti. Bahçede Selma’yı gördüğünden yanına oturanı azarlamak için sert bir bakışla sağına döndü ancak bakışları hemen yumuşadı çünkü oturan Demir’di. “Kalemi verdiğin için teşekkür ederim Leyla. Yoksa hoca beni darmaduman ederdi.” Dedi Demir. Sanki konuşmuyor şarkı söylüyordu. Kalp atışlarını yine kontrol edemiyordu Leyla. “Rica ederim.” dedi Leyla zar zor duyulur bir sesle. Kesik kesik ve tedirgin gibi konuşuyordu. Demir kalemi masaya bıraktı ve ayağa kalktı. “Neyse seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Görüşürüz.” Dedi yine Leyla’nın içini ısıtan gülümsemesiyle ona baktı ve arkasını dönüp sınıftan çıktı. Çok yabani davranmıştı Leyla. Şimdi kendine kızıyor ve neden ona doğru dürüst cevap vermediğini sorguluyordu.
Bütün gün aynı anıları tekrar tekrar yaşayarak yatağa uzandı. Sürekli Demir ona teşekkür ediyor ve o sürekli kuru bir ‘rica ederim’ ile konuşmayı kestirip atıyordu. Bütün gün aptallığına sövüp durdu. Ancak kendini bir türlü teskin edemiyor, kendine olan siniri bir türlü geçmiyordu. Demir onunla muhabbet etmek için onun sırasına oturmuştu. Ancak o bu fırsatı elinin tersiyle itmiş, ona iki kelime dışında hiçbir şey diyememişti. Leyla neden Demir’in diğer erkekler gibi kalemi masaya atıp yarım ağız teşekkür etmediğini düşünmeye başladı. Acaba Demir’de ondan mı hoşlanıyordu? ‘Belki de hoşlanıyor. Neden sıraya oturdu ki? Hem ben geri zekâlı olduğum için iki kelimeyi bir araya getiremeyince bozuldu kalktı. Leyla derken sesi o kadar güzeldi ki. Keşke bana bir tek o Leyla dese. Hoşlanıyor mu acaba benden?’ Sonra kendisini toplamaya çalıştı. ‘Saçmalama artık. O neden benim gibi donuk bir kızdan hoşlansın. Sınıfın hatta okulun bütün kızları peşinde. Ne yapacak benim gibi suratsızın birini? Hem hoşlansa ne olacak ki? Ben ona karşılık veremem. Babam, abim peşimizi bırakır mı? 5 dakika geç kalsam gırtlağıma sarılıyorlar. Biriyle sevgili olduğumu duysalar okuldan alırlar beni. Bir daha göremem Demir’i. İnşallah benden hoşlanmıyordur. Eğer hoşlanıyorsa ben ona karşı koyamam ki. Böyle uzaktan bakmak bile yetiyor.’ Dedi içinden. Böyle düşüncelerle uykuya daldı. O gece diğer gecelerden daha farklı bir rüya gördü.
Zifiri karanlık bir yolda yürüyordu . Bu tekinsiz ve sapa yolun sonu yok gibi gözüküyordu. Adım attığı yeri göremiyordu. Ne bir gölge ne bir cisim vardı sanki gittiği yolda. Boşluğun ortasındaydı. Tedirgin ve ileriyi merak ederek yürüyordu. Derken ileride beyaz bir ışık huzmesi gördü. Bu ışık ufuk çizgisi kadar uzak bir yerde, bir mum alevi kadardı. Adımlarını hızlandırdı. Ancak ışığa yakınlaşamıyordu. Koşmaya başladı tedirginliğini bir kenara bırakarak. Merakı onu sanki arkasından itiyordu. Ter içinde kalarak koşmaya devam etti. Zihninde sadece ışığı takip ediyor, yakınlaştıkça bu ışığın büyüyeceğini düşünerek seviniyordu. Yakınlaştığını hissediyordu ancak ışık büyümüyor hep aynı şekilde ve hacimde kalıyordu. Daha hızlı koşmaya başladı bu sefer. Sonra bütün vücudunu öyle bir çarptı ki 5 metre arkaya düştü. Neye çarptığını bilmiyordu. Toparlanmaya çalıştı. Ayağa kalktığında elini öne uzatarak neye çarptığını bulmaya çalıştı. Bunun bir duvar olduğunu anladı. Işık ise duvarın kırılan yerinden geliyordu. Leyla bu duvarı yokladığında deriye dokunmuş gibi hissetti. Sonra bu duvarın aslında insanlardan yapıldığını anladı. Işık huzmesine yaklaştığı zaman gözünü o deliğe dayadı ve duvarın arkasında ne olduğuna bakmaya başladı. Duvarın arkasında hiç görmediği insanlar gülüp eğleniyor ve anlamadığı dilde sohbet ediyorlardı. Deliğe gözünü iyice yaklaştırdığında babasının ve abisinin de orada olduğunu gördü. Abisi bir anda Leyla’nın bulunduğu yere baktı ve babasına orayı gösterdi. Leyla çok korktu. Titremeye başladı ama merakından dolayı oradan bir adım geriye atamadı. Abisi ve babası bir anda deliğe doğru koştu, ikisi de bağırıp çağırıyor, Leyla’nın oradan bakmamasını istiyordu. Donup kalmıştı. Onlar deliğe yaklaştıkça ışık daha da artıyordu. Bir adım geriye attı çünkü artık yaklaşmışlardı. Duvara baktığında artık onu görebiliyordu. Babası ve abisi de duvara yapıştı ve delik kapandı. Ancak artık bütün ışık duvardan geliyordu. Duvara baktığında insanların sinirli suratlarını gördü. İnsan bedenlerinin şeklini kaybedecek şekilde birbirine geçtiğini gördü. Midesi bulandı bir anda. Sinirlendi. Ancak duvardaki insanlar şekilden şekle giriyor, ona hakaretler ediyordu. Sanki duvar gittikçe yakınlaşıyordu. Birkaç adım geriye attığında sırtı yine duvara çarptı. Sonra sağında ve solunda da duvarların ona doğru geldiğini gördü. Nefesi daralmaya başlamıştı. Sesler ve duvardaki insanlar yakınlaşıyordu. Sonra bu kötücül seslerin arasında güzel bir ses ‘Leyla’ dedi. Bir anda ışıklar kapandı ve yine bir delikten ışık yağmuru içeri girdi. Deliğe yaklaştı ve Demir’i gördü. Gülümseyerek deliğe bakıyordu. Leyla bu görüntüyle o kadar ferahladı ki duvarların hızla üstüne geldiğini fark etmedi. Delik bir anda kapandı ve ışık kalmadı. Leyla’nın sadece nefesi daralıyor ve etrafa ellerini uzattığında yaklaşan duvarların tenlerini hissediyordu. Boğulacak gibi hissettiğinde uyanmıştı. Kan ter içindeydi.
[zombify_post]
0 Yorum