Kapitalizm; bir ülkenin ticaretini, yatırımlarını, endüstrisini ve üretim sürecini özel girişimcilerin, kâr elde etme amacıyla yürüttükleri ekonomik ve politik sisteme verilen addır.
Ekonomiye devlet müdahalesini reddeden bu sistem, 19. ve 20. yüzyılda ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Fırsat eşitliği, ekonomik özgürlük ve daha fazla zenginlik vaat ettiği için, bugün Dünya’nın neredeyse tamamı bu ekonomik sistemi benimsemiş durumdadır.
Teorik olarak özgürlükçü ve demokratik bir yaklaşım olduğu düşünülse de bugün kapitalizmden çok az insanın yararlanabildiğini görmekteyiz.
Bizler, içinde yaşadığımız ekonomik sistemin sorunlu bir sistem olduğunu zaman zaman anlasak bile sorunun tam olarak ne olduğunu veya nasıl çözülmesi gerektiğini bilemiyoruz. Bu noktada, kapitalizmi en sert şekilde eleştiren Karl Marx’ın bakış açısını ve ürettiği çözümleri de görmezden geliyoruz. Marx’ın fikirlerinden ilham alınarak kurulmuş devletler ve akıbetlerine bakınca, bu durumun nedeni anlaşılmaktadır. Ancak, bir ideolojiye körü körüne bağlanmakla; olaya eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıp, o ideolojiden bir şeyler öğrenmeye çalışmak birbirinden farklı şeylerdir. Karl Marx da kapitalizmle ilgili çok haklı eleştirilerde bulunmuştur. Bence, artık onun görüşlerini dikkate almanın zamanı gelmiştir.
Bu yazımda, Karl Marx'ın kapitalizm eleştirisinde haklı olduğunu düşündüğüm beş noktayı ele alacağım, şimdiden iyi okumalar.
1-) Zenginler Ve Fakirler Arasındaki Gelir Farkı Git Gide Artmaktadır.

Marx'ın yazılarında iki ana sınıf görmek mümkündür. Bu sınıflar; üretim araçlarını (ham madde, tesisat, makineler, fabrika ve üretim için gerekli diğer malzemeler) ve sermayeyi elinde tutan kapitalist girişimciler (burjuvazi) ve üretici pozisyonunda olmasına rağmen, üretim araçlarının özel mülkiyetine burjuvazinin sahip olmasından dolayı sömürülen işçi (beyaz & mavi yaka) sınıfı (proletarya)'dır.
Kapitalizm kâr yapmaya odaklı bir sistem olduğu için, sermayeyi elinde bulunduran girişimciler her zaman daha az para harcayarak, daha fazla para kazanmanın peşindedirler. Bu yüzden, patronlar bir yandan işçileri daha fazla çalışmaları için zorlarlarken, bir yandan da onlara olabildiğince az para ödemeyi planlarlar. İşçi hep çok çalışmakta ama hakkı olan parayı alamamaktadır. İşçinin hakkı olan para, bir noktada, patronun cebine "kâr" olarak girmektedir. Burada kâr kelimesi tırnak içerisindedir çünkü Marx'a göre bu kapitalizmin bir kazancı değil, patronun işçisinden çaldığı paradır.
Bu sistem, zaman içerisinde fakirin daha da fakirleşirmesine neden olurken, zengin ise servetine servet katmıştır. Üstelik kapitalistlerin iddia ettiği gibi sınıflar arası geçiş de (fakirler için) o kadar kolay değildir. Fakir olarak doğan bireyler daha kötü eğitim, sağlık ve yaşam koşullarına maruz kalmaktadırlar. Bugün gelinen noktada, dünyanın en zengin sekiz kişisinin serveti (toplam 426 milyar dolar), dünyanın yarısının sahip olduğu toplam servete eşittir.
2-) Kapitalizm, Modern Köleliktir!

Kapitalizmin, özgürlükçü ve demokratik bir sistem olduğu savunulur. Bu yaklaşıma göre, çalışanın, iş koşullarını beğenmeme durumunda işi bırakma özgürlüğünün bulunduğu söylenir. Teoride, şartlarını ağır bulduğumuz işi bırakma özgürlüğüne elbette sahibimiz ancak pratikte durum hiç de böyle değildir.
Yüksek işsizlik oranları sebebiyle, işimizi bıraktığımız takdirde, patronumuz aynı şartlarda çalışabilecek işçiler bulabilirken bizim aynı sebepten dolayı, daha iyi şartlarda bir iş bulmamız pek olası değildir. Bu sistemde, ya benzeri şartlarda bir başka işe gireriz ya da dev işsizlik ordusunun bir başka neferi olarak kalıveririz. Yani, aslında işçi çoğunlukla kötü iş ve işsizlik arasında (aç kalma, toplum tarafından dışlanma veya işe yaramama hissi vb.) seçim yapmak (!) durumunda kalır. Bu da gerçek bir özgürlük ve hak olarak görülmemelidir. Bu sebeplerden ötürü, ülkemizde üniversite mezunu pek çok vatandaş asgari ücret vermeyi teklif eden işleri kabul etmek zorunda bırakılmıştır.
Marx'a göre kapitalizmde işçiye özgürlük yoktur ancak o, aynı durumun kapitalist girişimci için de geçerli olduğuna inanır. Bütün girişimcilerin özünde kötü ve sömürgeci bireyler olduklarını varsaymak yanlıştır. Onları bu şekilde davranmaya, bu sistem iter. Başlangıçta idealist bir şekilde iş kuran girişimciler, böylesi rekabetçi bir piyasada "oyunu kuralına göre oynayan"ve böylece daha fazla kâr yapan diğer girişimcilere karşı kaybetmeye başlarlar. Zaman içerisinde ya sisteme adapte olmak zorunda kalırlar ya da tamamen işlerinden olurlar.
3-) Mevcut Sistemde Bireyin İşini Sevmesi Mümkün Değildir.

Karl Marx, üretimin ve çalışmanın insan hayatının çok önemli bir kısmını kapladığını vurgular. Ona göre herkes büyük bir zevk alarak çalışmak, kendi potansiyelini ve yaratıcılığını kanıtlayarak, topluma anlamlı bir katkıda bulunmak ister. Ancak bu kapitalist bir iş yerinde pek de mümkün değildir. Verimliliği arttırmak için çok yoğun bir iş bölümüne tabi tutuluruz. Çalışanlar olarak üretim sürecinde hiçbir söz hakkımız yoktur. Genelde kararlar patronlar tarafından alınır ve bizlere dayatılır. Karl Marx bu durumu "yabancılaşma" (Alienation, Entfremdung) kavramıyla açıklar.
Üretim sürecinde arzu ve istekleri göz önüne alınmayan emekçi, katı iş bölümünün bir parçası olmaya zorlanır. Kendi potansiyelini özgürce işine yansıtamaz, pek de anlam ifade etmeyen yoğun ve rutin işlerde, başkasının kâr elde etmesi için uzun saatler boyunca çalışmaktadır. İşi artık onun için yapmaktan zevk aldığı bir eylem değil, ailesini ve evini geçindirmek için katlanmak zorunda olduğu bir angaryadır. Marx'a göre yabancılaşma dört şekilde gerçekleşir: a-) İşçinin üretilen ürüne yabancılaşması, b-) İşçinin üretim sürecine yabancılaşması, c-) İşçinin, diğer işçilere yabancılaşması, d-) İşçinin, insanlığına yabancılaşması.
Kapitalist öncesi dönemde saat üreten bir zanaatkâr düşünelim. Zanaatkâr adamın muhtemelen evinin altında küçük bir dükkanı vardır ve burada saat imalatı yapmaktadır. Bütün üretim süreci adamın kendi kontrolündedir, günün hangi saati çalışacağı, ne kadar çalışacağı veya kullanılması gereken malzemeler... Adam bir saatin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsa o şekilde saatler üretmektedir, örneğin; şık, sade ve dayanıklı. Kendi ürettiği saatleri nerede görse tanımakta ve eserleriyle gurur duymaktadır. Zaman zaman kendi loncasından (esnaf ve zanaatkârların kurduğu meslek organizasyonları, İslami kültürde ahi teşkilatı) meslektaşlarıyla bir araya gelmekte ve onlarla hoş vakit geçirmektedir.
Şimdi de, kapitalist bir saat fabrikasında çalışan bir işçiyi ele alalım. Fabrika çalışanı saat üretim aşamalarından biri olan platin üretimi aşamasında görevlidir. Geri kalan aşamalardan ya diğer işçiler ya da makineler sorumludur. Emekçimiz bütün gün aynı işi tekrarlamaktadır. Hangi açıdan topluma katkı sağladığını kestirememektedir. Üretilen saatlerle arasında bir bağ kurması veya onları diğerlerinde ayırt etmesi imkansızdır (İşçinin üretilen ürüne yabancılaşması). Üzerine düşeni yaptıktan sonra da ürün işçinin kontrolünden çıkar. Ne diğer aşamalar hakkında ne de ürünün fabrikaya ne kadar kazandırdığı hakkında bir bilgisi yoktur (İşçinin üretim sürecine yabancılaşması). Aynı mesleği icra edenler arasında birlik ve beraberliğin teşvik edildiği eski günlerin aksine, bugün insanlar ya meslektaşlarından bihaberdirler ya da onlarla üç kuruş para için sıkı bir rekabet halindedirler (İşçinin diğer işçilere yabancılaşması). Günün sonunda, kapitalizm başarıya ulaşmış, emekçi insanlığından uzaklaşmış ve makinenin bir uzantısına, üretim çarkının bir dişlisine dönüşmüştür (işçinin insanlığına yabancılaşması).
4-) Tüketim Çılgınlığı ve Açgözlülük

Kapitalizm bir yandan bizi sistematik bir biçimde fakirleştirirken bir yandan da yarınlar yokmuş gibi alış veriş yapmamızı ister. Medya (özellikle sosyal medya tabii ki) ve artık her yerde maruz kaldığımız reklamlar yoluyla bize tüketim çılgınlığının bir parçası olmamız gerektiği dayatılır. Cep telefonumuz vardır ama iphone’nun yeni bir modeli çıkmıştır, gider onu alırız. Öbür sene, iphone yeni bir modelle karşımıza çıkar, geçen seneki telefonumuz sağlamdır ve ihtiyaçlarımızı karşılamaktadır ancak biz gider yine en yeni olanını alırız.
Marka giyinmek bizi daha "cool" gösterir. Böyle olduğuna inanırız. Ünlüler, absürt harcamalarıyla sık sık gündeme gelirler. Pek de bir özelliği olmayan ayakkabılar, elbiseler sırf belirli markaların ürünleri oldukları için binlerce lira (veya euro) değerindedirler. Yapılan haberlere içimiz gider biz de onlar gibi olmak isteriz. Peki, insanların tüketim çılgınlığının doğaya verdiği zararlar malumken ve dünya üzerinde açlıktan hayatını kaybeden çocuklar varken bu durumu bu kadar güzelmiş gibi göstermenin sebebi nedir? Anti-kapitalist eleştirmen John Ruskin'in de dediği gibi, "Para insanca kazanılmalı ve yalnızca insanların gerçekten ihtiyaç duyduğu kalıcı ve anlamlı şeyler için, insanca harcanmalıdır..."
5-) Art Arda Gelen Ekonomik Krizler

Kapitalistler her ne kadar sistemlerindeki ekonomik krizlerin nadir ve geçici olduklarını vurgulasalar da, Marx’a göre, kapitalizm doğası gereği kaotiktir ve krize yatkındır. Bu durum sistemin çelişkili yapısından kaynaklanmaktadır. Bu tür çelişkiler geçmişteki üretim tarzlarında da vardır ancak kapitalizmde krize neden olan şey geçmişteki gibi yokluklar değil tam tersi insanların ihtiyaç duyduklarından çok daha fazla üretim yapılmasıdır.
Kâr elde etme amacı güden girişimciler, bir yandan işçilerine olabildiğince fazla ürün üretmeleri için baskı yaparlarken, bir yandan da onlara düşük miktarda ücretler vermektedirler. Günün sonunda, insanların ihtiyaç duyduklarından çok daha fazla ürün üretilmiştir ancak kimsenin bunları almaya ekonomik gücü yoktur. Kapitalizm bu sorunu çözmek için müşterilerine kredi kartlarıyla veya taksitlendirme seçenekleriyle alış veriş yapma imkanı sunmaktadır. Bu yöntemleri kullanan müşteriler, henüz kazanmadıkları paralarla aslında ihtiyaç duymadıkları ürünleri alırlar. Ancak bu da kalıcı bir çözüm olabilmekten uzaktır. 2008'de ev alma kredisiyle borçlanan ABD'lilerin borçlarını ödeyememesi, ülkede borsanın çökmesine ve ekonomik krize neden olmuştur.
Karl Marx'a göre, kapitalizm bizleri gergin ve üç kuruş para için insanlığını unutan Kapitalistlere dönüştürmek istemektedir. Oysa ki, insanlık gezegendeki herkese insanca koşullarda yaşayabileceği bir ev, araba ve eğitim ve sağlık hizmeti verebilecek imkana sahiptir. Kimsenin ne bu kadar çok çalışmasına ne de bu kadar çok insanlıktan çıkmasına gerek vardır. Marx insanların; avcı, balıkçı, çoban ya da felsefeci olmadan da "sabahları avlanıp, öğleden sonraları balık tutup, akşamları hayvan besleyip, akşam yemeğinden sonra felsefe yapabileceği" bir düzen hayal etmiştir. Bu yüzden umarım gelecekte insanlar Marx'ın eleştirilerini daha fazla ciddiye almaya başlarlar.
Yazınız çok güzel olmuş. Emeğinize sağlık.
çok teşekkür ederim 🙂