Önceden gelmişti. Neredeydi sahi? Ayağında bir sızı hissetti. Dün aldığı ayakkabılar. Dilini, dişlerinde sonra diş etlerinde gezdirdi. Genzini yakan bu koku da ne? Cebinden kâğıdı çıkarıp tekrar baktı. ’Konur Sokak’. Defalarca geçtiği bu sokakları unutmuştu.
’Apartmanın önünden sola dönersem…’ tırnağını başparmağının etine bastırdı. Kütüphane nereye gitmiş? Yanından yeşil kareli gömleği boğazını sıkan bir adam geçti. Sakallarını güneşe çıkarmıştı esneyen çenesi… Damarları etinden fışkırmış, gözaltlarında derin, siyah bir çukur açmıştı. ‘Eski bir bina vardı burada’. Bir an söylediklerini başkalarının duyduğunu zannetti. Önünde bir Fransız Sokağı… Uzaktan görünen güneşi, tekerlekli arabası yokuşu çıkan iki gölge bozdular önce. Sonra belirginleşti, yerini kızıllığa bıraktı bu daire.
Ağaçların dallarına, tentelere, sokağın bitişiğindeki çeşmeye belli belirsiz vurdu. Ayaklarının dibine kadar geldi. Bir çocuk yol tarifi sordu. ‘Buranın yabancısıyım’ demek geçti içinden. Yürümekten hantallaşan omzu belli belirsiz yukarı kalktı. Çilleri güneşi ortaya çıkaran bu yüz gülümsedi ona. ‘Oturup bir tane bira içsem’ Çocuk arkasına bakarak yan sokağa girdi. Çocuğun girdiği sokaktan girse belki bulurdu. ‘Yarın son çekiliş’ diye bağırdı sararmış büyük dişler. Kulak zarını yırttı. Alnının tam ortasına ani bir sızı yerleşti. İki üç gündür vardı bu, gün ortalarında yerini eliyle koymuş gibi bulan sızı.
Önünde güneşten ağırlaşan karikatür dergileri, kitapların arasında yalnızlaşmış taburenin bulunduğu bir sahaf gördü. İçerideki kilolu adam biriyle hararetle konuşuyor. Kim bu adam? Önündeki çay yarılanarak davet edilmiş bu tartışmaya. Eskiden beri burada değildi bu dükkân biliyordu. İçeri girip oturmayı düşündü. Sol elindeki kâğıdı özenle katlayıp çantasının derinliklerine gönderdi.
Kapıdan girip kokuyu genzine çekse rahatlayacaktı. Kahvesini hızla yudumlarken kapının önünde oturan bir adam takıldı gözüne. Sakalından birkaç damla yere düştü. Buharlaştı. İçeriye bir adım attı. Damarlarında gezinen bu heyecanı anlamadı. Alçalıp yükselen göğsünden baldırlarına inen kan saldırganlaştı. Elindeki şekeri ağzında ufalayan küçük bir çene kafasını kaldırıp ona baktı. Gözleri yeşile çalmış bu iki çift göz hiç kırpılmadı. Şu apartman galiba. Buraya gelmemeye yemin etmişti. Merdivenler kesirli sayılar gibi…
– Hoş geldin!
Tunçtan bir topuz gibi, yağlanmış düşüncelerinin suyun derinliklerine batışını izledi. Dalgınlığı kaygan sulara karışmış, düşünceler seyrelmişti.
– Hey! Kapıda dikilme gir içeri artık!
Çok özledim lan seni. Sakalları nasıl büyümüş. Kilo verdiğimi fark etmez hiç. Dangalak! Ağlasam. Ölene kadar burada kalayım desem. İnsanlara neden bu kadar bağlanıyorum sanki!
Sadece insanlara mı? Çocukluğumdan beri biriktirdiğim oyuncaklara ne demeli. Nesneler ve arzular. Nesnelerin beni çağıran yönleri var. Tek başıma yaşamın da ölümün de ötesinde olduğumu hatırlatan yönleri var. Durmaksızın güdüsel durmaksızın dirimsel. Dur, durak, gövde. İçerime fırlatılmış olduğum şey benim diyemedim. Elbette deneyeceğim. Atatürk çiçeğinin yerini değiştirmiş. Eskiden balkonda dururdu. İnsan geriye bağlıdır hep ve hiçbir an kendi kendini yaratamaz. Yüzümü öteye çeviriyorum. Neden yabancı gibi davranıyor bana, kitaplık odasının kapısını kapattı ben içeri girince. Üç sene olmuş. Gelirken kitap alsaydım keşke sevinirdi. Kör ama yine de ufalanan yüzümün nasıl olup da bir biçim bir varlık kazandığını bilmiyorum şimdi.
Ben de az öküzlük yapmadım, neymiş insanın gururunu ayaklar altına almaması gerekmiyormuş şu hayatta. Bedenimin aralıklarından içime dolan ve nefese dönüşen titrek bir yalaz görüyorum kör amay yine de bilen yüzümü görüyorum. Niye böyle şeyleri hatırlıyorum sanki.
– Nasıl değişmiş mi ev?
– Evet, bazı eşyaların yeri değişmiş.
– Yatak odasındaki boya duruyor.
– Duvardaki boya mı?
– Hiç dokunmadım ona.
Bildiğim kadarıyla hafızanın bir ölçü birimi yok. 76 jtj hafızam mı var bilmiyorum, diyelim ki hafıza moleküllerden oluşuyor ve bunları muhafaza eden şey nedir onu da bilemiyorum. Geçmişe ilişkin hissettiğim kamaşmalar hafızamı hissetmekten duyduğum sevinç de olabilir sadece. Ucu bucağı tamamen açık sisli bir denize batıp çıkan kuşlar, balıklar, ışıklar, gölgeler gibi her yerden her an batıp çıkabilir. Monoton ve yeknesak da değil kendiliğinden ve sürprizli üstelik. Bir ara hep eve gömülmüştük. Geri çekilmiş, eşi dostu aramaz olmuş, ha bire bir şeyler okumuştuk. Boktan sebeplerle tartışırdık.
En çok o tartışma gecelerini özlüyorum şimdi. Maddi bir sapmanın bir sezginin, herhangi bir çağrışımın, kokunun, sesin, görselin, tenin, anlık kararın ya da bir ayrıntının çevresinde pike yapıp aniden 88 jtj oluyor mudur mesela ama hafızanın soyutlanamaz dizginlenemez ya da ölçülemez oluşu değil, tersine yanılsamalardan ayrıştırılamaz oluşu zor. Saçma da olsa o zaman tartıştıklarımız, kavgayla bitmiş de olsa, sıkıntıdan boğulacağımı sanmış da olsam, Yiğitle konuşmaya başladığım zamandı galiba. Ne bileyim, kimi zaman, yaşadım diyebildiğim bir tek kavga ettiğimiz geceler var sanki.
– Zorlanmadın değil mi?
– Efendim?
– Sokaklar diyorum biraz karışıktır burada.
– Bilmediğim yer mi Yusuf?
– Yok sen yanlış anladın.
Neden daha önce gelmedi. Çok zayıflamış. Böyle durduğuna bakmayın bunun, konuşabilmek, tanışabilmek için ne zor yollardan geçtim zamanında. Dudağındaki uzun çizgi duruyor hala. Çocukken evden kaçarmış hep, birden telli örgülerden geçerken yırtmış dudağını. Bir yerden çok uzaklaştığım zaman kızarır hep yırtık izi derdi. Çok içmişsek ve eve gitmemiz gerekiyorsa o uzun çizgiye bakardım hep. Çizgi, yer yön tarifi verirdi. Şimdi karşımda oturuyor. Üstelik o sevmediği koltukta.
Kollarını neden dirseklerinde birleştiriyor? Bir savunma mı bu? Dışarı çıksak ne güzel olur şimdi. Ulan dolapta da bir şey kalmadı iyi mi. Çantasında bir şey saklıyor gibi sanki. Sımsıkı tutmuş. Ne saklayabilir? Hiç. Ellerini severdim. Hiç böyle hayal etmezdim. Nasıl uyuduğumu görmek için gelmedi. Beni özlediğini haykırmak için gelmedi. Kredi borcunu ödemeye geldi belki de. İyi de ben onu ge—
– Necati amca nasıl?
– İyi ne yapsın, koşuşturuyor.
Neden bunları izliyoruz. Kitap yazmışmış. Kapatsana şu bilgisayarı desem kalkıp gider. Karşı komşu not bırakmış dün akşam.Sessiz olmamı istiyor. Geceleri çok gürültü çıkarıyormuşum. ‘Yaşam gecenin konusudur’ diye not bıraktım bende. Cevap gelmedi. Keşke ona bunlardan söz etseydim. ‘Sabahları çok geç kalkıyorum artık. Aslında bu sıralar uyuyabiliyorum.’ dediğim zaman çok mu şaşıracak sanki. Şu perdeleri çeksem biraz. Pufff. Biraz dışarı çıksak. Saçlarını neden turuncuya boyamış acaba. Sarışın diye dalga geçerdim hep. Dolaptaki karpuzu çıkarsam iyi olur lan aslında. Nalan karısı ne yapıyor acaba? Ya da nalan değil miydi adı? Gecenin o saati konuşmak olmadı sokak ortasında. Elindeki sarı bir çantayı bana doğru sallamasaydı o kadar konuşmazdık. Peki ben? Ben ne istemiştim ki gece yarısı. Belki de eve dönüyordu. Belki sevişmek için o kadar hızlı adımlar atıyordu. Belki bir şeylerden kaçıyordu. Fahişe değil miydi? Belki bir zamanlar fahişeydi. Fahişeler hiçbir şeyden kaçmaz. Koca memeli, burunları anıt gibi duran kadınları neden seviyorum acaba? Önemli bir istek mi bu?
Küçük odaya girmeden almalı onları oradan. Yemek yapsam kalır mı bir saat daha acaba. Sucuk almış başını gitmiş. Kırk liraya sucuk mu olur ya!
– Karnın aç mı?
– Yok, değil.
Yemek yapmayı biliyor sanki. ’Erkekler bilmez ama ben yemek yapmayı bilirim kızım’ demişti tanıştığımızda. Eli kolu yaralı gezerdi mutfağa ne zaman girse. Ölürüm de yemek yemem bu evde. Çilleri çıkıyor yaza girince, yine gözlerinin altından çıkmış.
Fü derdik ona bu yüzden. Neden bir anda gittim sanki. Otogara gelmişti. Arkadaşından araba almış sözde. Salak!
Sesini daha çok açıyor. Yüzüme bile bakmıyor.
– Teşekkür ederim. Tekrar bu stüdyoda olmak güzel.
– Ne zaman yazar olduğunuza inandırdınız kendinizi?
– Bilmiyorum doğal yollu bir süreçti.
– Çocukken o zaman?
– Hayır tam olarak değil. Ama şöyle bir şey var
hatırladığım. Küçükken, bir gün sınıfta elle tam ve düzgün bir daire çizmemiz istendi. Gizlice pergel kullandım. Sonra da bu pergel kusursuzluğunu gizlemek için elimle daireyi birazcık
yamulttum. Baştan yamuk bir daire çizebilecekken.
– Kalkıp gitsem şimdi, pofff… Vapurda dört lira olmuş…
[zombify_post]
0 Yorum