Tarihe kısa bir bakış atmaya, Atatürk’ün onayıyla çıkarılmış olan Milliyet gazetesinin 11 Haziran 1929 tarihli sayısından ilerleyerek dünün insanlarının neler hakkında konuştuğunu öğrenmeye ne dersiniz?
Gazetemizin manşet kısmında büyük puntolarla şu soruluyor:
“YUNANLILARLA HARP MI YAPACAK MIŞIZ?”
Gazete duymuş Yunan’dan, soruyor bir çocuğun annesinden duyduğunu babasına sorar gibi…
Gazetemiz beş sütundan oluşuyor. Yazılar kalın fontla ard arda yazılmış. Görseller günümüze oranla doğal olarak az. Fakat bunları bir kenara bıraktığınızda yazıların içeriğinin zengiliği sizleri Milliyet gazetesini okumaya teşvik ediyor diyebiliriz. Öyleyse gelin gazetede yer alan, okunmaya değer olduğunu düşündüğümüz, derlediğimiz yazılara göz atalım.
Birinci sütunun üst kısmında Falih Rıfkı yer alıyor ve şöyle diyor yazısının bir bölümünde: “Muhterem arkadaşımızın dediği doğru idi: Toprak toprağa su can verdiği gibi inkılap, fikir ve sanat ceryanları içinde doğar, yetişir ve tutunur. Hiçbir rejim ne rastgele bir eserdir, ne gelişi güzel yayılabilir.Kafası düşünmeyen ve kalbi çarpmayan inkılap, ceset gibi çürür”.
1928 yılında yapılan harf inkılabından bir yıl sonra yazan Falih Rıfkı’nın milli bilincine hayran kalmamak elde değil öyle değil mi?
Sonrasında daha resmi haberleri konu alan sütunlarımız göz doldurmaya devam ediyor.
İkinci sütunun ilk kısmında Yunanistan haberinin ayrıntıları geçilmekte. Onlara karşı harp gemisi ısmarladığımızı düşünüp kendi filosuna takviye yaptını haber veren bir açıklamayı radyodan duyuran Yunanistan’ın haberi şeklinde de özeti yapılabilir.
Diğer bir sütunda ise Paris Sefiri Fethi Bey’in Paris’e gittiğini haber veren bir yazı mevcut. Dördüncü sütunda ise İş Bankası’nın başarısına ve güvenilir oluşuna değinilerek vatandaşlara duyurularda bulunuyor.
Beşinci sütunda ise gelin bakın Mehmet Emin Bey ilginç bir soruya nasıl cevap veriyor:
“Gazinin en büyük eseri nedir?
Bence en ehemmiyetlisi harf inkılabıdır. Bu ötekilerin koruyucusudur.
Yeni güneşlerin altında, yeni işler yapmak için gelenler gibi ruhunda doğacak dünyaları taşıyan bu Dahi de hayata gözlerini açtığı vakit, ben eminim ki, arz, bu büyük evladı için de : “Benimsin!” demiştir.
Zira onda birkaç resul kahramanın dehası vardı: Hürriyetin zaferi, hilafetin ilgası, Cumhuriyetin ilanı, harf inkılabı. Bunların her biri bu büyük insanın bir şaheseridir.
Siz bana bunların hangisinin en büyük olduğunu soruyorsunuz: hangisi öbürlerine nispetle küçüktür ki! Esir için hürriyet ne kadar aziz ise, mazlum içinde adalet öyle değil midir? Bunlara susayan ruhlar hakikat ve medeniyet için de aynı susuzluğu duymazlar mı?
Doğrusu şudur ki bunların hepsi birbirlerini tamamlayıcı şeylerdir.
Lakin bence bunların en ehemmiyetlisi harf inkılabıdır: bu ötekilerin koruyucusudur.
Bunun içindir ki, bizim halaskarımız ortaya atıldı ki: eski İskandinav harflerini talim eden “Oden” in İskandinavyalılara söylediği sözleri bu da Türklere söyledi: peygamberce bir sesle: “Ben size bu yeni harflerle esrar ve ilhamın kapılarını açacak olanı bu altın anahtarla ilmi, sanatı veriyorum: sizin şairlerinize, akillerinize yeni bir deha veriyorum! Sizin fatihlerinize, kahramanlarınıza yeni bir ideal ve yeni bir ruh veriyorum!” dedi.
Şüphe yok ki bağrında halk dili ile bir yeni harsı ve halkçı bir ruhla yeni bir medeniyeti saklayan bu halk inkılabı halkın, içinden çıkaracağı kafa ve söz adamları ile, kol ve iş adamları ile bir halkçı millet vücuda getirecek: ve bu halkçı millet kendi inkılabının ve kendi hükümeti demek olan Cumhuriyetinin kahraman ve kurbanı olmak aşkını her zaman kalbinde taşıyacağı gibi, halkçı bir milletin vatan olan yeni Türkiye’nin ve onun hür ve mesut beldelerinin de yaratıcısı olacaktır.”
Mehmet Emin Yurdakul, şimdiki söylemimizle milli şairimiz, Türklük bilincini şiirlerinde daima sadelikle gösteren biricik şairimizin yazısı için düşünceli, ileri görüşlü ve bilinçli tespitleriyle okunmaya değer yazıların en mükemmeli diyebiliriz. Öyle ki yazısını bu gün dile getirmek tarihe bir bakış atmanın ötesinde aynı zamanda bakınız gazetelerde yazılan yazıların ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Zaten öyle değil mi ki Türklük bilinci şiirlere akıyor, oradan seslenerek ulaşıyor ulusa ve bir oluyor. Gazetede bu işlevini o günlerde ne güzel yerine getiriyormuş öyle değil mi? O günün insanı sadece vekil değil sadece şair değil o günlere tanık olmanın şerefine ulaşmış ve o günün ahlakıyla ulusunu benimsemiş, diri, mücadeleci, yokluk ve kadir kıymet duygusunu bilen, iyi yürekli, cesur kavramlarının karşılığında vücud bulan insandır, o günün insanı tarihimizdir…

Zeki Mesud Bey’de Gazi’nin en büyük eserini Türk’ün ferdi ve milli kimliğini yaratması olarak Mehmet Bey’in yazının altında cevaplayarak açıklamasına devam ediyor. Ve yazısının son kısmında ise bakınız neler söylüyor: “Varım çünkü düşünüyorum diyen filozof gibi, biz Türkler de Varız, çünkü bütün mevcudiyetimizde Gazimizi ve onun hayat nurunu hissediyoruz, diyoruz.”
Bir alt köşede bulunan yazı ise Hasan Cemil Bey’e ait. O da bu soruyu yanıtlayanlardan. Ve fikrimizce okunmaya değer yazılarımızdan en özeli…Bakınız o neler söylüyor “Gazi’nin en büyük eseri nedir?” sorusu karşısında: Bence diyor Hasan Cemil….Gazi’nin en büyük eseri kendini milletine inandırabilmesidir…Biz Gazi’ye bir insan diyoruz, çünkü onu insan şeklinde görüyoruz. Fakat ne dersek diyelim ve ne şekilde görürsek görelim, bunun hükmü yoktur. Hükmü olan şudur ki biz ona şuurlu, şuursuz inanıyor, iman ediyoruz.
O günün insanları döneminin etkisiyle milli duygularını tıpkı burada olduğu gibi romantik bir şekilde yaşıyor, düşünüyor ve etkileniyor. Bu duyguların tarifine bugünden değil o günden bakılmalı. O günün diline saygı duyulmalı. Nasıl ki etkilediyse o günün insanlarını, inandırdıysa milli kimlik inşasında, nasıl ki Türklük şuurunu canlandırdıysa Atatürk işte o etkiyle devam ediyor yaşamaya ulusun şanlı bayrağının altında.
Milliyet gazetesinin ilk sayfasında yer alan haberlerden dikkatimizi en çok çeken yazıları sizlerle paylaşmak ve zaman zaman araya girerek yorumlamak istedik. O günün insanlarından bugüne neler değişmiş görmek istedik. Bu sayfadan hareketle o değişikliklerden bahsetmek isteriz. Öncelikle gazetenin dili yani kullanmış olduğu üslup öyle kibar ki bizler de bu yazıyı kaleme alırken o naifliğe leke sürmeden açıklama isteğiyle hareket ettik. Öyle demek oluyor ki en azından haberleri kaleme alan bu bilinç kelimelerini özenle seçiyor. Devletinden ve milletinden yana olan yazılarıyla birlikte başka bir çıkar güdülmemesi döneminin özelliklerini yansıtmakta. Yunanistan haberinde görüldüğü üzere bugünde dâhil hep bir çıkarma korkusu içinde olan ve zaman zaman Türkiye’yi tehdit eden Yunanistan’ın o gün ki tavrı dünden bugüne ne değişti ki sorusu ile her kesimin aklına yer ediyor. Ah şu bitmek bilmeyen megali idea! Manşette yer alan bu haberin etrafına serpiştirilen öylesine anlamlı yazıların sahipleri Falif Rıfkı’yla, Mehmet Emin Bey’le, Zeki Mesud ve Hasan Cemil ile gurur duyuyor, Milliyet gazetesinin 11 Haziran 1929 tarihli sayısını alkışlıyoruz…
0 Yorum