Arabanın arka koltuğunda elimi camdan dışarı atıp içimin huzurla doluşunu, içime bütün dünyayı çekercesine o tuzlu havayı koklamayı özledim. Huzurumu, ailemi, kendimi özledim. Babamı özledim. Mutlu olmayı…
Mutluluktan akan yaşlarımı, şiir yazamadığım zamanları özledim. Adaletin yok oluşunu hissetmediğim günlere dönmek istedim. Yaramazlık yaptığımda annemden köşe bucak saklanmayı… Kedi misali sürekli ölümle burun buruna olduğum ama dünyanın canımı yakmadığı günlere dönebilmeyi istedim. Ertesi gününde gireceğim ameliyatta ölmemek için sabaha kadar dualar ettiğim günlerimi özledim. Bütün ailemin arkamda beni korkarak bekleyişini… Dünyanın yüreğime ağır gelmediği zamanlara dönmeyi ne çok isterdim bilemezler. Bu şehri bu yüzden sevemedim.
Alıp vermedi güzel yarınlarımı bana koca gövdeli küçük yürekli şehir, kinim bu kadar. Kinim bedenim kadar, kinim bireylerin insanlıkları kadar. Kinim karıncanın yükü kadar. Bitirdim dünyayla işimi. Kapattım yürüdüğüm her kaldırımda dilek dileme defterini. Acımı yaşamaya geldim, acımla yaşatmaya geldim.
Güzel günlere inancım kadar mutluluğum. Buraya kadar, dibin zirvesine ulaştım, biraz yükselmem lazım gibi. Vazgeçtim, geri kalktım. Çok sevdim, hiç delicesine sevilmedim. Çok günah işledim. Kalpleri tuzla buz ettim ama yetti, durup soluklanma vakti. Biraz dinlenip hayatın ipine asılma vakti. Benden başka beni kaldıracak kimsem yok, kimsemiz yok daha doğrusu(!) kalkma vakti. Beraber toparlanışlarımıza eşlik etme vakti. Ben başlıyorum topladım geçmişimi bavuluma, yaram kanamadan, yolumu kaybetmeden açmam içerisinde barındırdığım bu noktaya geliş güzergahımı. Dünlerimi çatı katına sakladım, yarınlarımı çöpten çıkarmaya gidiyorum, başaracağım, başaracağız inanıyorum.
Genel
Çok güzel yorumlamışsınız. Bize böylesi gerek belki de…