Telefonu açıyorum. İnsanların karakterlerini ses tonları fısıldar. Ve ben telefonun ucundaki ses tonuna aşinayım.-Neden gelmedin? Oysa her şey hazırdı. Biletlerimiz, tutkumuz ve çokça kurduğumuz hayallerimiz…
-Kendini kaybetmen için 5 yıl harcadın. Peki ya bulman için ne kadar gerek?
Sustum. Sustukça beynim afilli ayrılık cümleleri ve bahaneler üretiyordu. Oysa içimde bir kara delik vardı. Hepsini alıp yutuyordu. Karanlık dehlizlerde ve eski mahzenlerde olsam nasıl olurdu. Bir tutsak gibi hissediyordum fakat hiç prangam yoktu.
Konuşmaya karar verdim.
-Teşekkür ederim.
-Neden?
-…
Telefonu kapattım. Niçin teşekkür etmiştim? Telefonun ucundaki sese 5 yıl boyunca şiirler yazdım. Tüm okuğum aşk romanlarında o ve ben vardık. Hayaller kurmuş ve gerçekleştirmek üzereydik. Onunla gidebilirdim. Ama gitmedim. Her zaman söylenir gidene değil kalana zor ayrılık diye. Ben kalmadım. Yarı yolda bıraktım.
Bu benim hayata bir şekilde çelme takışımdı. Ama anlamı yoktu. Kaldığım her saniye için kendime küfrettim. Telefondaki numaraya baktım. Numara orada duruyordu. Eve giderken büyük bir çınar ağacı gördüm. Ve oracığa oturdum. Önüme bir gazel düştü. Kahverengi cömertçe üstündeydi. Bir sigara yaktım. Ve Konstantinos Kavafis’in Şehir Şiiri’i aklımda tekrar etti. Sessizliği ancak bu şekilde bölebilirdim.
0 Yorum