Çok Kazanmak Sorun Çözmez, Yaratır

Peki kâr, tam anlamıyla nedir, nereden gelir, kimin cebinden çıkar, kimlerin cebine girer?14 dakika


Hemen belirtmeliyim ki, başlıkta geçen “Çok kazanmak.” terimi, çalıştığının hakkını almaktan geçen kazanç yollarını değil, sadece yüksek kâr etme hırsıyla 1 liralık ürünü 5 liraya satmak üzerine kurulu “Çok kazanmak.” terimini temsil etmektedir. Mevcut ekonomik sistemimiz, sözde liberal, fakat kesinlikle kapitalist olduğu için, kendisi geçen “Çok Kazanmak.” terimi, mecburen kârı anlatmaktadır.

Peki kâr, tam anlamıyla nedir, nereden gelir, kimin cebinden çıkar, kimlerin cebine girer?

Önceki yazımda, toplumun üreten iki kesimi arasındaki farklara, ücretli işçiler ve işverenler açısından toplumsal yönde bakmıştık. Yani lüks tüketim mallarını üreten işverenlerle, zorunlu tüketim malları üreten işverenler arasındaki yapısal farklılıkların, ücretli çalışanlar üzerindeki toplumsal etkisine değinmiştik. İşçilerin haklarını arama mücadelelerinde, toplumun lüks veya zorunlu tüketim alışkanlıklarının nasıl farklar yaratabileceğine değinmiştik. Bu kısa anımsatmanın ardından; toplumcu, birlikçi, zorbayı yönetimde istemeyen yazı dizimize devam ediyoruz.

Kârın tanımında, farklı ekonomi felsefelerinin yaklaşımlarına değinmemiz gerekli. (Fakat bu felsefe terimi, ekmek nasıl yeniyor, su nasıl içiliyorsa o kadar bizdendir. Aslen düşünme demektir. Halkımızca yabancısanması, ana dilimizdeki terimlerle yapılmamasından, “Eşyanın tabiatı.” gibi belirsiz terimler kullanılmasından kaynaklanır. Aslında gayet net ve kesindir yargıları, “Bu eşya dediğin nedir ki?” sorularına yol açmaz, açıktır fikirleri. Oradaki eşya, konu demektir, nesneyle alakası, ancak nesnelerin konularla alakası kadardır.)Kârın, Adam Smith, Quesnay, Ricardo gibi klasik iktisatçılarda tanımı katma değer demektir, yani komisyondur. Üretim ve dolaşım sürecini kısım kısım ele alırsak, her adımında katkısı dokunanların üzerine koyduğu artı değerdir.

Bu süreç, herhangi kandırmacanın(spekülasyon), kıtlık, savaş, ekonomik kriz, enflasyon(değeri düşen paranın çok olsa da işe yaramaması), deflasyon(piyasadaki para miktarının yetmemesi), resesyon(ekonominin herhangi getiri yerine, zarara yol açması), devalüasyon(alışverişin durma noktasına gelmesinden dolayı üretimin düşmesi, paranın değer kaybetmesi) gibi durumlar olmadığı zamanlarda böyle işler. Varsayılana göre her komisyoncu hakkını alır. Satın alan nihai, son tüketiciler, yani bizler ise gönül rahatlığıyla karşılığını verir tüketiriz. Herkes emeğinin karşılığını alır, köyde yaşam tüm huzuruyla devam eder. Fizyokratlar’a(Tarımcılar) göre ise, toprak tek kâr yaratan kaynaktır, bunun sebebi ise, Tanrı vergisi sonsuz bereketidir.

Tam bu esnada, köyümüzde işler ters gitmeye başlar, sürekli savaşlar meydana gelir, kıtlıklar baş gösterir, kimse hakkını alamaz. Toplum ikiye bölünmüş, birlik bozulmuş, mülklü-mülksüz, zengin-fakir kutuplaşması en uçlara taşınmış, yönetimi zorbalar ele almıştır. Herkes şaşkındır, çünkü hesaplara göre hiçbir durumun ters gitmemesi gereklidir. Bize durumu açıklayacak kırmızı şapkalı kimdir?

Marksist(çalışmacı) ekonomi felsefesi bu ihtiyaçtan doğar ve kapitalizme(sermayecilik), feodalizme(erkçilik, ağacılık, toprak beyciliği) karşı savunmasını yapmaya başlar. İlk sorusu şudur:

Madem herkes hakkını alıyor, bu beyler nasıl semiriyor? Bizim ceplerimiz delik kalırken, onlarınki dolmaktan nasıl yırtılıyor?

Cevabını yine kendisi verir hemen:

Çünkü üretilen ürünler, komisyonlardan, katma değerlerden meydana gelmez. Ham ve yardımcı maddelerin, üretim araçlarının yanında, bunları harekete geçiren, birleşerek ürün haline gelmelerini sağlayan sürecin adı komisyonculuk değil emek sürecidir. Emeğin karşılığı verildiği sürece de kâr elde edilmez.

İşverenimiz, elindeki 2000 bin liranın 1000 lirasıyla işçilerin maaşlarını, geriye kalan 1000 lirasıyla ise de ham ve yardımcı maddelerle, üretim araçlarını karşılıyor olsun. Gelin yazımı ve anlaşılması kolaylaşsın diye birine değişir(işçiler) diğerine değişmez(ham ve yardımcı maddeler ile üretim araçları) sermaye diyelim. Hiçbir nesne, maddeler dünyasında(materyalizm) vardan yok, yoktan var olamayacağına göre, eldeki 2000 lira böylece üretime yatırılınca, ürünün fiyatı, eğer 200 tane üretildiyse 100 liradır. Hepsi satıldığında ele geçen miktar, yine 2000 liradır. İşveren kârı, kendi kafasından, kendi emeğine fiyat biçerek mi koymuştur? Piyasanın alt ve üst sınırları buna asla izin vermez. Ayrıca kapitalist üretimde sermayedar, sadece sermaye temin eder, asla çalışmaz.

Peki kâr nereden gelmiştir? Servete servet katan, bizi ezen şaaşa, lüks, kimin çalışmasıyla yaratılmıştır? Evet, yine emekçilerin çalışmasıyla. Marksist iktisad teorisine göre, artık değer(klasik iktisada göre kâr), ürünün fiyatını belirleyen değişir ve değişmez sermayelerin, değişir sermaye kısmında yer alan işçi emeğinin, karşılığı ödenmeyen kısmından meydana gelir. Yani kârı arttırmak demek, kapitalist düzende sömürüyü arttırmak demektir. Ve artık değeri işverenler tarafından arttırmanın, pekçok yolu vardır.

Çok fazla dallandırıp budaklandırmadan, konumuzun kapsamında kalarak, ihtiyacımız olan kısma geldik.

Görüldüğü üzere, bu düzende çok kazanmak, emekle asla yapılamaz, çünkü karşılığı asla verilmez. Kârla kesinlikle yapılır fakat hiçbir sorunu çözmez, aksine sömürüyü arttırır, birliği bozar ve toplumun huzurunu kaçırır.

Yok mudur dengeli yaşamın yöntemi, huzurlu günlerin yolu; elbet vardır. Gelin yazı dizimizin sonuna gelince, sorunlarımızı öğrenmiş biçimde çözüme giderek, aksak sisteme karşı, haklı sistemin hareket noktalarını tanımaya başlayalım.

Herkese dostça selamlar.


Beğendin mi? Arkadaşlarınla paylaş!

Yunus Pandur<span class="bp-verified-badge"></span>

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Choose A Format
Personality quiz
Series of questions that intends to reveal something about personality
Trivia quiz
Series of questions with right ve wrong answers that intends to check knowledge
Story
Formatted Text with Embeds ve Visuals
Video
Youtube ve Vimeo Embeds
Audio
Soundcloud or Mixcloud Embeds
Image
Photo or GIF