Bir seyirci olarak özellikle seri katil filmlerini izlemeyi tercih etmem. Hatta içinde sırf aşk ve drama içeren bir filmi de kolaylıkla izlemem. Bu bana kendime acı veriyormuşum hissini vereceği için içerisinde aşırı gerilim olan filmleri de izlemek istemem. Bu oldukça kısıtlayıcı gibi görünse de bir filmin siz de bırakacağı etkiyi düşünmek ve her şeyi izlemek zorunda değilim kafasında yaşamak ve hareket etmek sizi aslında olduğunuzdan fazla özgürleştirebilir. Elbette bu sınırların dışını görmeyeceğimiz, sevdiğimiz yönetmenin seri katil konulu filmini izlemeyeceğimiz anlamına da gelmez. Sevgili yönetmen Fatih Akın’ın da çektiği filmler beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı. Her filminde başka bir bakış açısında hayatın gerçekliğini bizlere sundu. Vizyona girdiği tarihten beri eleştiri yağmuruna tutulan Altın Eldiven isimli filmi her ne kadar benim sınırlarımın dışında olsa da bu filminde de başka bir gözden hayata bakmanın deneyimini yaşadığımı hissettim.
Filmindeki seri katilimiz olan Fritz Honka, sokağa çıkıp bugün kimi öldürsem kafasında hareket etmiyor ya da bir paralı asker tarzında seri katilcilik oynamıyor. Fritz Honka’nın öldürme alışkanlığına felsefi ya da psikolojik bir tanı koymak da elimden gelmez. Fakat burada anlatacağım şeyler tamamen kendi gözümden algıladıklarım olacak. Filmin konusunu sırasıyla düpe düz anlatmak yahut spoiler vermek gibi bir derdim olmadığını da baştan belirtmeliyim. Bu arada hatırlatmam gerekir ki bu filmin konusu gerçek bir hayattan ve yaşananlardan yola çıkılarak oluşturuldu. O nedenle bir seri katilde olması gereken duygular değil tamamen sınırları aşan bir insanın, varlığını bilmediğimiz duygularının olması sizleri hayal kırıklığına uğratmamalı. Söylemek istediğim filmde yaşananlardan yola çıkılarak ancak bu adamın bir katil olduğunu öğrenebilir fakat hastalıklı ruhunun altındaki derinliklere öylece inemezsiniz. İnsanoğlu her bir yapılana sebep arar. Sebepler insanların olayları ve durumları kabullenebilmesinde etkili bir yardımcıdır. Fakat dedim ya bence bu filmde cevabını aradığımız soru Fritz Honka’nın neden bir katil olduğu ile ilgili değil. Film bunlara cevap vermiyor. Bazı seyircilerin filmdeki sahnelerden rahatsız olmasının altında yatan bir sebebinde bu olduğunu düşünüyorum. Kim sıradan bir katilin yaptıklarını izlemek ister ki? Biz sadece günümüzde gerçek hayatta gerçekleşen cinayetlerin ya haberini okuruz ya da televizyondan haberini izleriz ama asla böyle bir olayla karşılaşmak istemeyiz. Hatta böyle bir olayın başımıza gelebileceğine inanmaz ve gerçeklikte duyduğumuz bu haberi de hayal edemeyiz. Görmüyor oluşumuz bizi bu konudan bir nebze uzaklaştırdığı için her gün televizyon ya da gazetelerde anons edilen haberlerin olması bizim için kabullenilebilir hale gelir. Bu nedenle sesimiz yeterince yüksek çıkmaz. Fakat bir seri katilin filminin çekilmesi ve insanların önüne bir öğün gibi sunulması insanları hem estetik açıdan hem de ahlaki açıdan daha fazla rahatsız eder. Çünkü bunlar bizim aslında kaçındığımız, uzaklara itelediğimiz şeylerdir. Hayata bir kez geliyoruzdur ve bu bizim başımıza asla gelmeyecektir. Kabullendiğimiz bu sıradanlık bizden uzaktır ama bilgimiz dahilindedir. Bu film eğer Fritz Honka’nın neden bir seri katil olduğuna dair net bir cevap verseydi şayet bu insanlar tarafından daha kabullenilebilir bir olaya dönüşecek ve belki bu rahatsızlıklar bilincimizde daha uzaklara itilebilecekti.
Gelelim Fritz Honka’ya… Film boyunca ciddi anlamda söylüyorum ilk dikkatimi çeken unsur burnu ve çirkinliğiydi. Şimdi hemen şekilci olduğumu düşüneceksiniz ve fakat bunu açıklıyorum çünkü film boyunca itici bir karakteri izlediğimin düşündürülmesi beni daha çok rahatsız etti. Fark ettim ki bugüne kadar izlediğimiz filmlerden dolayı gelen bir estetik alışkanlığından dolayı böyle düşündüysem film gerçekliğine sadık kalmış ve herhangi bir seyirci kaygısı güdülmediği için amacına ulaşmıştır. Bu onu sahnedeki adam değil sokaktaki bir adam yapar, filmin yıldızı değil ama filmin öznesi yapar. Bu özellikleri nedeniyle filmin başka bir ahengi olduğunu düşünüyorum.
Filme ismini veren Altın Eldiven filmde aslında barın adıdır. Burası orta yaşlı insanların takıldığı bir mekândır. İlginç diyalogları, birbirlerine taktıkları lakapları ve bol bol içtikleri içkileri ile ön plandadır. Fritz’de bu mekânda kadınlarla tanışıp, içki ısmarlayan bir adamdır. Tabii sonrasında işler değişse de bardaki insanlar için bu kadarıdır. Filmin ana gövdesinde yer alan bu mekânda genellikle umutsuz, alkolik, evsiz, çirkin giyimli insanlar bir araya getirilmiştir ve beni cidden düşündürmüştür. Bizim kültürümüzde genellikle o yaşta iken ton ton bir nine yahut dede olurken buradaki insanlar bildiğimiz anlamda düşkün tiplerdir. Bu nedenle orta yaşlı kadınların vücutlarını görmek de genellikle filmlerde gördüğümüz sahnelerden oldukça farklıdır. İçki karşılığında kolaylıkla bir adamın evine gidebilmekte ve hatta o adamla birlikte olmaya razı gelebilmektedirler. Tabi bir istisna hariç ama filmin çoğunluğu böyleydi diyebiliriz. Fritz Honka ise istediği karşılığı alamadığında ve öfkelendiğinde kadınları öldürüyor. Onu tetikleyen bu duygu yani arsızlık… Benim gözümde kadınlara olan bu cinsel yaklaşımı da onu insan eti yemeye aç bir canavarla eş değer yapıyor. Bildiğimiz üzere vahşi olan şeylerin kuralları insanlara benzemez. Doğasından gelen bu vahşilik onu hem hayatta tutar hem de onu güçlü kılar. Fritz Honka’da sanki bu vahşilik içinde yetiştirilmiş gibi istediği cevabı alamadığında içiyor yahut öldürme imkânı varsa ve karşısındaki onu sinirlendirdiyse öldürüyor. Bu ahlaki yoksunluğu onun zaman zaman ezik ve zaman zaman aşırı özgüvenli bakışlarında hissedebilirsiniz. Çünkü o sadece arıyor. Hayatının bir anlamı yok. Sözlerinin bir önemi yok. Kısacası sapık bir insanın hayali neyse ona göre yaşıyor. Cinsel anlamda olan isteklerini kabaca ve vahşice belirtiyor. Haliyle istediğini alamıyor ve öldürüyor. Ve tekrar aramaya devam ediyor. Yani insanların hayatlarıyla bir kumar oynuyor ve tabi içki karşılığında.
Filmi yeni izlemiş biri olarak söyleyebilirim ki Fritz Honka’yı canlandıran oyuncuyu gördüğümde şok oldum. Makyaj konusunda oldukça başarılı bir iş çıkardıklarını ufak bir araştırma ile siz de keşfedebilirsiniz. Filmdeki oyunculuğu da öyle başarılı ki o rahatsızlık hissini zaman zaman hissediyorsunuz. Belki de bu filmin hangi soruya cevap verdiğinden çok hangi etkiyle bir tepki geliştirmeniz gerektiği konusunda ciddi anlamda düşünmeniz gerektiği sorgulanıyordur. Günlük hayatta duyduğumuz “öldürüp bavula koydu, çöpten parça parça çıkan ceset” şeklindeki sözler karşısındaki tepkisizliğimiz bu film sayesinde belki bizlere bu tepkisizliğin nasıl rahatsız edici olduğunu hatırlatıyordur. Çünkü filmde siz hiçbir olaya müdahale edemiyor ve fakat filmin içindeymişçesine bir deneyim yaşıyorsunuz. İçinizde biriken tepki ise film hakkında olumsuz yorum yapmanıza neden oluyor. Bu doğal tepki karşısında sorulması gereken soru ise öyleyse “Günlük hayatta da bu filmdeki kadar bir rahatsızlık hissediyor muyum? Yoksa haberi duyduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi işlerimle mi ilgileniyorum?” sorusu olmalıdır. Buradaki özne neye nasıl tepki verdiğimizi sorgulamamız gerektiğidir. Aslında filmi yorumlarken ahlaki bir konuya dönüştürmek gibi bir niyetim yoktu fakat bazen görmemiz gereken bir adamın kadını kesiyor oluşunu izlemek ile bunu gerçek hayatta duymak arasında verdiğimiz ince tepkide gizlidir. Fatih Akın’ı ise böyle bir filmi çekebilme konusundaki cesaretinden dolayı kutluyor, önyargılarınızı kırarak filme bir göz atmanızı diliyorum. Sevgiler.
Fatih Akın
0 Yorum