İnsanlığın bir yaşam formu olarak dünyaya geldiği andan itibaren büyük bir gelişim başlamıştır. Bu gelişim, insanların yaşadığı dönemlere göre sürekli değiştiği için bu konuda belirli bir sınırlama yapmamız mümkün değildir. Bundan dolayı, ‘medeniyet’ kavramı açığa çıkmıştır. Dilimize Arapçadan geçmiş olan bu kelime, ‘Medinelileşmek’ anlamına gelir. Bu da demek oluyor ki ‘medeniyet’ kavramını anlamamız, bunu dilimize kaydetme arzusu duyarak böyle bir söylem oluşturmamız Türklerin Arap coğrafyasıyla kurduğu bağın oluşumuna kadar sürmüştür. Medeniyet kelimesinin daha geniş bir anlamını oluşturan ‘uygarlık’ kelimesi ise Uygur Devleti’yle oluşmuştur. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’nin Türk diline yeteri kadar önem vermemiş olması, ‘uygarlık’ yerine ‘medeniyet’ kelimesini kullanmamıza önayak olmuş olabilir.
Kelime anlamı; insanca iyi ve ferah yaşayış, adalet severlik, şehirlilik, yaşayış ve sosyal ilişkilerde, ilim, fen ve sanatta ilerlemiş kişiler olan ‘medeniyet’ kavramı, insanların gelişmiş ve modernleşmiş olan taraflarını kapsar. Yüzyıllar boyunca bunu belirleyen, diğer ülkelerin kendilerini örnek almasını sağlayan birçok ülke olmuştur. Doğudan batıya sürekli değişim gösterdiği için görecelik oranı çok fazla olan bu kelimenin anlamı, günümüz modernlik anlayışıyla eşdeğerdir. Medeniyetin soyut bir kavram olduğunu düşündüğüm için anlamının kişiden kişiye değişim gösterebileceğini kabul etmek zorundayım. Çünkü dini, dili, ülkesi, etiği, gelenek ve görenekleri farklı olan insanların bu kavrama bakış açısı da farklıdır. 21’inci yüzyılın yaşam standartlarını göz önünde bulundurduğumuzda ise medeniyetin tek tipleştiği teorisini ortaya atabiliriz. İnternet, medya ve teknolojinin hızlı gelişimi dolayısıyla globalleşen günümüz dünyasında medeniyete olan bakış açısı daralmış ve popüler kültür etkisiyle, popülariteyi sağlayan tüm yaşayış biçimleri medeni olarak görülmeye başlanmıştır. Ayrıca, insanlığı birçok yönden bölen, kimi ırkları ve milletleri aşağılayan bu kavrama olan bakış açısı çok tuhaftır. Çünkü “Ben medeni bir insanım” cümlesini kurduğumuz anda medeni olmamamızla birlikte, bizi medeni olarak adlandıran bir insanın ne kadar uygar olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
Avrupalı ya da Amerikalı insan medeni midir? Uygar insan nasıldır ve nasıl olmalıdır? Bu sorulara kesin bir yanıt veremeyiz. Fakat konunun derinliklerine sosyolojik çıkarımlar yaparak inersek aradığımıza en yakın şeyi bulabiliriz. Çoğu varoluşçu filozof yüksek kültürü medeni olmakla bağdaştırır. Çünkü medeni insan; nazik, şehirli, kültürlü ve sanatla ilgilenen insandır. Bu sebeplerin hepsi yüksek kültürün de tanımı olabileceği için bu iki kavram arasında bir benzerlik olduğunu varsayabiliriz. Bu durumda da popüler kültür açısından Amerika’yı, yüksek kültür açısından da Avrupa’yı medeniyetin günümüzdeki beşiği olarak isimlendirebiliriz. Ayrıca, doğunun ve batının yaşayış şekillerinin farklı oluşunu göz önünde bulundurduğumuzda bu ayrıklık yüzünden medeniyet kavramını ikiye bölebiliriz. Çünkü bahsettiğimiz bu konu tamamen gelenek ve göreneklerin sunduğu yaşam standartlarına bağlı olarak oluşur. Dolayısıyla doğu ve batı müziği arasındaki farkın birinin daha medeni olması değil yalnızca kullandıkları müzik aletlerinin farklı oluşundan kaynaklıdır. Kişi, bulunduğu coğrafyaya yatkındır. Başka milletlerin kültürlerine adapte olmak çok zordur. Bana göre, bunu yapabilen insan gerçekten medenidir. Bir sofist gibi avare ve aşırı derecede farkında olarak gezen insan, uygardır. Bilgeliğin getirdiği mutsuzluk, hemen hemen medeniyettir.
Mark Twain’in; “Medeniyet, lüzumsuz ihtiyaçların sonsuz sayıda artmasıdır” sözü, günümüz dünyasındaki mecburi yaşayışımızı belirleyen popüler kültürü anlatır. Yazının ilk kısımlarında da söylediğim gibi, medeni insanı belirleyen şey, mecbur bırakıldığı yaşantıyı başarılı bir şekilde sürdürmesidir. Bu bağlamda; uyum sağlayan kişi, toplum tarafından saygı görür, uyduğu kurallar dolayısıyla üst kesimlere tırmanır ve kendisini tüm ırklardan üstün zanneden bir insan konumuna erişir. Hümanizma ruhuyla her şeyin kendi türü için var olduğunu düşünür. Aynı şey dinlerde de vardır fakat hümanizmaya göre çok daha alt kültür tabakasında kalır. Taptığı din ve tanrı dolayısıyla ettiği ibadetlerle kendisini geriye kalan tüm kesimlerden üstün tutan kişi, medeniyeti hak etmeyen insandır. Konunun etik kısmına odaklandığımızda ise bazı insanların algısına göre medeniyet gereklidir. Başkalarına göreyse bu kötü bir şeydir, çünkü medeni olamayan insan bu kavramı desteklememek zorundadır. Uygar olabilmek için belli bir maddi seviyeye, şanslı bir coğrafyaya ve entelektüel bir aileye ihtiyaç vardır. Tüm bu şartlar sağlanamadığında medenileşmek zorlaşır. Aslında bu mesele, iç içe yaşamak zorunda olan canlıların mecburi olarak mensubu olduğu bir durumdur. Yani bir insan, varlığının tümünü her ne kadar reddetmiş olursa olsun, bir şekilde medeniyetlere ayak uydurmak zorunda kalacaktır -Eti yine pişirerek yiyecektir-. İşte medeniyet böyle bir şeydir. Ulaşılabilirlik seviyesi yüksek olduğu zaman güzel, şanssız yaşam koşullarında ise kötüdür. Uygulanması ve ilerletilmesi zordur. Şöyle ki, dağda yaşayan bir insanın medeniyete ihtiyacı yoktur. Konuyu sosyolojik olarak irdelemeye çalıştığım için göçebe toplumların medeniyetinden de ayrıca bahsetmek istiyorum. Günümüzde göçebe olarak yaşayan çok fazla topluluk bulunmasa da geçmişte bunun birçok örneğinin mevcut olduğunu biliyoruz. Göçebe yaşantıyı benimsemiş bir topluluk olan Türklere barbar denmesinin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu şekilde yaşayan bir topluluk şehirleşme konusunda başarısızdır; toplayıcı, yıkıcı ve gezgin olarak yaşar. Bu tür bir toplumun medenileşmeye ihtiyacı yoktur. Aynı şeyi büyük problemlerle mücadele eden şanssız coğrafyalardaki topluluklar için de söyleyebiliriz (Afrika vb.). Tek derdi karnını doyurmak, susuzluğunu gidermek olan bir insan kültür seviyesini, yaşam kalitesini, uygarlığını arttırmayı; bu konuda bir başarıya ulaşmayı isteyemez. Bunun sebebi, besin zincirinin temel yaşam alanlarını giderememesi olduğu için, o insanları medeni olmamalarıyla suçlamak anlamsızdır. Dolayısıyla, gelişim durumuna etik olarak yaklaşırsak medeniyetin tanımının zengin azınlığın ihtiyaçlarının karşılanmasının geriye kalan tüm insanlardan çok daha değerli olduğu yönünde değiştiğini fark edebiliriz.
Sonuç olarak; belli bir entelektüel seviyeye ulaşmış insanlara, uygulanması halinde müthiş keyif veren medeniyet kavramı, ülkelerin ve milletlerin gelişimi ve o ülkelerin teatral dış görünüşü açısından gayet önemlidir. Fakat tüm dünyaya eşitlik açısından baktığımızda, medeniyetin acımasız olan bir yönü de vardır. Bunların tümünü açıklamak için kullanabileceğimiz birçok alt başlığın bulunduğunu da ayrıca bildirmek istiyorum. Fakat değindiğim konular açısından bakıldığında soyut olarak değerlendirdiğim uygarlık kavramı, belli bir mertebeye erişildiği zaman kutsal ve güzeldir. Aksi takdirde, yalnızca yaşamsal zevk açısından medeni olarak yaşamak güzeldir, ancak temeline bakıldığında, evrim teorisine göre tam olarak gerekli değildir.
Doğru Bilginin Mevcudiyeti ve Televizyonun Doğruya Etkileri adlı yazım için tıkalyın…
Güzel başarılı bir yazı
Çok işime yaradı teşekkürler
müthiş olmuş teşekkürler
Çok yararli bir bilgi olmus bence bunu çoğu insan okumali siteniz çok guzel aradiğim çogu bilgiye bula biliyorum
Birden fazla yazı okudum hepside birbirinden değerli ve güzel teşekkür ederiz bizi bu bilgilerle buluşturduğunuz için