Çok sevin diyordu sarışın çocuk. Son görüşmemizden buyana birşeyleri değiştirebilir mi bu düşünce acaba diye uzun uzun düşündüm. Haklıydı üstelik, sevmekten başka bir yolu olmayanlar sessizce bir köşede sevmeliler beklemeliler ki onun kaderine yazılan mı yoksa hoşlantı mı görmeliler. Yine de sevin…
…ve ekledi biraz duraksayarak.
“Sanki çocukluğumda görmüştüm onu. Sokağın başında boş bir arazi vardı Hayriye Teyze’nin ahşap evinin yanında. Oraya gelirdi arkadaşlarıyla ve yalıp yere beş taş oynarlardı uzun uzun. Tabi çocuktuk o zaman, kızların arasına öyle şimdiki nesil gibi pat diye yanaşamıyorsun haliyle. Biraz geriden izlerdik onları. İçimizde tuhaf bir heyecan olurdu hep, ne zaman bizi de oyuna çağıracaklar diye. Ama ben hep tebessüm ile seyrederdim onu. Kumrala çalan sarı saçları ve saçlarından daha parlak duru yüzü…”
Önünde duran çayından son bir yudum aldı sonra hafif kaşlarını çatarak daldı yine uzaklara. Biz, uzaklara daldığını sanıyorduk ama galiba o yine ahşap evin yanına gitmişti çünkü yine hafif bir tebessüm vardı yüzünde. Yaşadıklarını, hayallerini, umutlarını tekrar yaşamayı nasıl öğrendiğini imrenerek izliyorduk. Taki sağ gözünden bir damla yaş gelene kadar…
…belli ki yaşadıkları ona ağır gelmişti zamanında ve hayat hiç de adil değildi. Biz onu hep gülerken gördüğümüz için, yaşadıklarının farkında değildik. En kötü zamanında bile yüzünde tebessüm olurdu, demek ki ortadan kaybolduğu anlarda acısını yaşıyordu. Çok nasihatları olmuştu, tıpkı dün toplandığımızda söze nereden başladığını bilmediğimiz o büyüleyici an gibi. Sevmenin inceliklerini anlatırken bizlere nasıl sevmemiz gerektiğinden söz ettiğinde aslında nasıl sevilmemiş olduğunun da farkına varmıştık ama sonradan işte. Bize hep çok sevin derdi sanki bir daha hiç kendisi sevmeyecekmiş gibi. Anlatırken tüm anektotları sanki bir romandan okurcasına anlatıyordu, biz de öyle dalarak dinlerdik. İşin garibi şimdiye kadar kimseyle de görmemiştik onu karşı cinsten. Sanki saklanıyordu kaçarcasına…
Dün birşeyler olmuştu sanki, bugün kahvenin önünden geçerken gördük onu ve bir teleş vardı üzerinde ve yüzünde nedenini bilmediğimiz tebessüm. Tam uzaklaşacağı esnada durdu ve ve bize dönerek;
“Çocuklar, çay tazeyse alırım bir çayınızı. Geliyorum on dakikaya” dedi ve hızla uzaklaştı.
Galiba yine sohbet zamanı gelmişti ve bu sefer çok daha fazla konudan bahsedeceği belliydi, daha önceden hiç böyle geleceğini söylememişti çünkü. Kahveci Hakkı Abi’ye hemen yeni çay demlemesini söyledik ve tayfayı toplamak için sağa sola haber saldık, kaçırılmaması gereken nadir zamanlardır bu zamanlar. Ufaktan ufaktan gençler toplanmaya başlamış kendi aralarında günün kritiğini yapmaya bile başlamışlardı. Grubun en küçüğü Fırıldak Necmi usulca yanımıza yanaştı ve;
“Biraz önce Elmalı Parkta gördüm onu, telefonla konuşuyordu ve gerçekten yüzü gülüyordu.”
Gerçekten bizde merak etmeye başlamıştık…
Nihayet köşe başındaki Şen Bakkalın önünde göründü bizimkisi. Bakkalın önünde gazetesini okuyan Yakup Amca ile bir iki lafladıktan sonra içeri girdi, birkaç şey alıdı galiba. Tekrar Yakup Amca’ya selam verip hızlı adımlarla bize doğru yürümeye başladı. Gençlerde toplanmıştı zaten içeri geçtik onu görünce. Nihayet gelmişti ve yüzünde gerçekten fark edilen bir tebessüm nedenini bilemediğimiz bir mutluluk vardı. Fırıldağın da dediği gibi galiba telefon görüşmesi her neyse iyi geçmişti. Selam verip her zamanki yerine geçti. Yine .ayından bir yudum aldı, derin bir çekerek başladı anlatmaya;
Hepimiz bir istasyondayız, belkide son istasyonda bekliyoruz hep beraber. Gelecek elbet o son mutluluk treni, pek vakti kalmadı galiba, bir ömür topu topu, göz açıp kapatıncaya kadar geçiyor. Kimimiz mutlu olacağız, kimimiz de mutluluğu az bulacağız mutlaka. O göz açıp kapama arasında geçirdiğimiz her günün sonunda yalandanda olsa kendimizi mutlu olduğumuza inandırmalıyız ki belki göreceğimiz ertesi güne umutla bakabilelim…
…Umut demişken, hiç kaybetmeyin onu. Ne zamanı durdurabiliyoruz ne de geri alabiliyoruz. Her zaman yaşadıklarınızdan ders çıkarın, çıkarın ki yarınlara umutla bakabilesiniz.
Biz onu dinlerken hangi ara bitirdi çayını anlamadım zira ben daha şekerini bile karıştırmamıştım. Anlattıklarında gerçeklik payı oldukça fazlaydı. Yaşanmışlık işte, bilemiyoruz neler yaşadığını.Bu konunun yaşıyla falan da alakası yoktu zaten söylemişti bize ama bizdeki de gençlik işte. Bireden anlayamıyoruz galiba. Geçenlerde “Severken Katlanmak” diye bir şey söylemişti. Ben de dahil pek anlamamıştık.
Sahiden, neydi “Severken Katlanmak”…
Devam edecek 🙂
0 Yorum