İlk önce bütün sorumluluklarımı bir kesenin içine koyarak onları yakmalıyım. Daha sonra, bundan pişman olup kaybettiğim her şeyin acısıyla çok sert bir zemine oturup da bunları sindirmem için gerekli olan egzersizleri uygulamalıyım. Güzel bir masaja gitmeliyim ya da masaj yaptırdığımı düşünmeliyim. Bunların hiçbirini yapmazsam onları yine yakarım. İnsan, işi olmadan duramaz zaten. Bizim kültürümüzde; İtalyanlarda ya da Frenk dillerinde olduğu gibi hiçbir şey yapmamaktan keyif almakla ilgili herhangi bir kelime bulunmamakta. Bunu ancak uzun cümlelerle, süslü paragraflarla hatta aşırı kaliteli bir hattatlıkla anlatabiliriz. Yahut yağlı boya tablolarımıza tüm yaprakları birebir şekilde kaydederiz. Göçebe bir toplum olduğumuz için pek fazla düşünmemize gerek kalacağını sanmıyorum.
NBC Ağacı

İnsanın, yaşamını sürdürebilmesi için bir şeyler yapması gerekir. Örneğin, çevresindeki cisimlere karşı estetik kaygısına düşebilir. Bir gün minimalist olup diğer gün çöpe attığı istiflerini aramaya başlayabilir. Ama yine de bir şeyler yapmış olduğunu zanneder. Kendi yarattığı sahteliğin üstündeki niceyi bulabilmek için gördüğü her şeye inanır. Çünkü bizler bir şeylerden beslenmek zorundayız. Üstümüzü örttüğümüz battaniyelerin bizi ısıtmasını, elimize sürdüğümüz sabunun bizi temizlemesini bekleriz. Tüm bunlar, alt benliğimizi besleme çabası açısından olumlu sonuçlar doğurur. Ancak ruhtaki ince çizgiyi alt edip bir üst seviyeye çıkmamız gerekir. İki bin on sekiz (sayıları yazıyla yazmaktan keyif alırım) senesinin mart ayında, o dönemde oldukça yüksek bir hissiyat ve ihtirasla sevgi duyduğum kadınla memleketim olan Amasya’ya bir seyahatte bulunmuştuk. Seyahatin seyri muhteşem bir şekilde ilerlerken içimdeki kaybolmuşluk hissini o kadınla kapatabileceğimi düşünmüştüm. Fakat bir Alevi köyünde gerçekleştirdiğimiz birkaç saatlik yürüyüşümüz boyunca tüm hislerimin ne kadar sahte olduğunu anladım. Çünkü o an, bu dünyaya bile ait olamazken neden bir insana ait olabilmeyi arzuladığımı düşündüm. Bir önceki gece, güzel manzaralı köy evimizin terasında içtiğimiz bol miktarda rakının verdiği halsizliği, susuzluğu, baş ağrısı ve beyin sarsıntısını bir anda yok ettim. Tüm hislerimi reddettiğimde artık bir yere ait olmama gerek kalmadığını anladım. Bu durum tinsel açıdan değerlendirildiğinde imkânsız gibi görünüyor olsa da o günden sonra hiç acıkmadım. Boynuma astığım fotoğraf makinemle Dogma 85 Akımına mensup olmaya çalışırken birkaç saniyelik çeşitli belgeseller çektim. İçimde biriktirmiş olduğum tüm hisleri, çocukken kavuğuna oyuncaklarımı sakladığım meşe ağacına bıraktım. Arkamdaki baraj inşaatından gelen acı dolu sesler, karşımdaki uçsuz bucaksız manzara ve köyü dik bir şekilde kesen E5 Karayolu, o manzarayla benim aramda bulunan güzel kadın ve üstü yosunlarla kaplanmış bir kayanın üzerinde oturan ben. Böyle bir yerde olmak demek, hiç olmamak demektir. Tüm varlığın bir anda yok olduğu nokta, öyle bir dağın tepesidir. Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasında da bulunan bu imgelem, tüm Anadolu’yu NBC Ağaçlarıyla donatmıştır. Bu kavramın TDK tarafından resmileştirilmesi taraftarıyım. Anlamı da şu şekilde olmalıdır; NBC Ağacı: üzeri karla ya da yeni biçilmiş kuru toprakla kaplı bir tarlanın ortasında yapayalnız bir şekilde yaşamını sürdüren ve acının temelini temsil eden ağaç türü.

Ülkenin kıyı şeritlerinde bulunan bir kısım tanıdıklarım çoğu zaman Anadolu’yu kötülemişlerdir. “Deniz olmayan yerde yaşanmaz, siz kesin orada gevreğe simit diyorsunuzdur, tarladan manzara olmaz, ayaz olur, ayaz olur, ayaz olur…” gibi taşlamalarla Anadolu’yu hisseden ve anlayan nadir insanlardan biri olduğumu fark etmek arada bir gururumu okşamaktadır. Bu yüzden doktorları hiç sevmem. Tabi ki onlara yüksek ölçüde saygı duyarım çünkü yasalarımız bunu emretmekte, biliyorum. Doktor bey yüzüme tükürse ya da beni cehaletle aşağılasa bile hiçbir şey yapamam. Ama böyle şeyler bu dünyada pek sorun teşkil etmiyor. Zaten duyarlı bir insan da değilimdir. Zaten ilk defa psikoloğa giden her insan ağlamıştır. Belki de sehpaya koydukları peçeteyle bilinçaltımıza saldırarak bizi ağlamaya mecbur bırakıyorlardır. Parasını alabilmek için sürekli saatini kontrol eden bir insana özelimi anlatmayı da istemem. Gerçi o günden sonra hiç özelim olmadı. İnsan, kendisinden ne kadar uzaklaşırsa, gözleri bir o kadar iyi görmeye başlıyor, bunu anladım.
Sonuç olarak, ömrüm boyunca kendimden tiksinmediğim hiçbir gün olmadı. Bu anlattıklarımda çok fazla Bukowski esintisi olduğunun farkındayım (normalde hiç öyle bir insan değilimdir. Arada bir gülümsediğimi görenler bile oluyor ama hiçbir zaman ‘neden mutsuzsun?’ sorusuna cevap veremediğimi itiraf etmek zorundayım). Sonuçta, hayatı sevmek gibi bir zorunluluğum yok. Dünyada olduğum için kendime kızmaya, intiharın yollarını aramaya gerek yok. Bir şeyleri aramak her zaman mecburidir, vardır. Hatta masa objesinden bile daha fazla vardır. Eğer bu söylediğimi kabul etmiyor ve saçmaladığımı düşünüyorsanız, senelerdir haksız olduğum konulardan sıyrılma yöntemim olan bir yardımsevere danışacağım. ‘Allah nasıl var oldu?’ sorusunun cevabı olan cümle ile her türlü belayı defedebilirsiniz. İslam’ın fayda verici bir tarafı olduğuna hiç inanmam ama bu cidden Sadri Alışık kadar fiyakalı. Vacibul Vücud derler. Türkçesi; varlığı kendindendir. Onun var olmama ihtimali yoktur. Şu sözlerimle konuşmamı bitiriyorum: insanın arayışı vacibul vücud’dur. Arayış kavramının var olmama ihtimali yoktur fakat bir masa var olmasa da olur.
0 Yorum