Alain de Botton: (20 Aralık 1969, Zürih), İsviçreli yazar. Harvard Üniversitesi’nde başladığı felsefe doktorasını yazarlık kariyeri için yarım bıraktı. Londra’da açılan School of Life’ın (Hayat Okulu) kurucu üyeleri arasında yer aldı. Ayrıca mimari bir organizasyon olan Living Architecture’ın (Yaşayan Mimari) da yöneticilerindendir. Kitaplarında edebiyat ile hayatı başarıyla yorumlayan ve çeşitli kavramları felsefi tarzda işleyerek onları gündelik yaşamla ilişkilendiren Alain de Botton, halen Londra’da yaşıyor ve tüm dünyada günümüzün en sevilen yazarlarından biri olmayı sürdürüyor.

Seyahat Sanatı
Seyahatin yalnızca bir yerden bir yere gitmekten ibaret bir eğlence aracı olmadığını, içinde felsefenin, gezilip görülen yerlerde yaşanmış ve yaşamış birçok sanatçının olduğunu ‘deneme’ türüyle sunan Botton, dokuz bölüme ayırdığı kitabın içine birçok mekânı ve sanatçıyı sığdırmıştır. Dili kullanmadaki ustalığı ve bahsettiği konuları dayandırdığı felsefesiyle gerçek bir inceleme yapmış, fotoğraf ve çizimlerle süslenmiş olan bu kitabı gerçek bir esere dönüştürmüştür.
Kitabın daha iyi anlaşılması açısından bölümlerin ayrı başlıklar halinde incelenmesi taraftarıyım. Toplamda dokuz bölüme ayrılmış olan Seyahat Sanatı, herhangi bir gezi boyunca gerçekleşen süreçlerde beş bölüme ayrılmıştır. Son bölüm hariç tüm bölümler kendi içinde iki ayrı başlıkla yazılmış, bu başlıklarla bir gezinin gereklilikleri yeterli miktarda anlatılmıştır.
I.BÖLÜM: Kalkış
Bu bölümde, kitabın girişi yapılmıştır. Öncelikle ‘Beklenti’ başlığı altında Hammersmith, Londra’dan başlayan ve J.K. Huysmans’ın rehberliğiyle Barbados’a kadar uzanan bir seyahat anlatılmıştır. Bu bölümde Botton, uzun uzadıya incelediği seyahat felsefesini anlayabilmek için temel bir soruya odaklanmıştır. Seyahatten beklenenle seyahatin sunduğu gerçeklik arasındaki ilişki üzerine düşünmüş, bunu Huysmans’ın sanatıyla anlamlandırmaya çalışmıştır. Fakat benim anladığım sonuca göre, tüm insanların bakış açısı farklı olduğu için seyahati anlamlandırma konusunda nesnel bir inanç oluşamaz. Dolayısıyla, beklentilerimiz üzerine planladığımız bir seyahatin bizi hezeyana uğratabilme ihtimali olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Bu bölümde konuyu daha rahat bir şekilde açıklayabilmek için Botton, Huysmans’ın A Rebours isimli romanından esinlenir. Kötü sonuçlanan bir seyahatten sonra seyahate karşı bakış açısı değişen Essentias Dükü seyahat hayalinin seyahatten daha mutluluk verici olduğunu düşünür. Botton da bu duruma kendi bakış açısını getirerek tatsız bir seyahatini anlatır. Fakat bu bölümde oldukça tarafsız bir yaklaşım vardır. Zira daha sonraki bölümlerde seyahat etmek oldukça övülmüştür.
İlk bölümün ikinci başlığında ise seyahat mekanlarından bahsedilir. Seyahatin gerçekleşmeye başladığı havaalanları, tren istasyonları, o mekanlarda bulunan tabelalar ve seyahatin yalnızca gidilen yeri gezmek olmadığı, gidiş sürecindeki maceraların da seyahat sanatına dahil olduğu ya da olması gerektiği anlatılır. Bu bölümde Botton’a, C. Baudelaire ve Edward Hopper eşlik eder.

II.BÖLÜM: Nedenler
Bu bölüm, seyahat nedenlerini ve bu nedenleri oluşturan ruhani yapıyı ele alır. İki kısma ayrılmış olan bu bölümde, öncelikle egzotik olarak kabul edilen nesneler açıklanmıştır. Botton bu kısımda, Gustave Flaubert’in rehberliğinde, Amsterdam’ı anlatır. Egzotik olan şey, aslında kişinin yabancısı olduğu, alışkın olmadığı nesneye karşı duyduğu büyük hayranlığı belirtir. Egzotiklik bu hayranlıkla ilgilidir. Doğu coğrafyasında yaşayan entelektüel bir birey Avrupa mimarisini hayranlıkla seyreder. Çünkü seyahatte kişi, görmeyi hedefler ve çevresine hiç olmadığı kadar daha fazla dikkatle bakar. Bu da alışık olmadığı nesneleri egzotik bulmasına yol açar. Doğduğu batı coğrafyasından nefret eden Flaubert de egzotik olan şeye diğer herkes gibi özlem duymuştur. Avrupa’da rahat bir yaşam sürerken mutluluğun bir devenin sırtında olmakla eşdeğer olduğunu savunmuştur.
Bölümün diğer kısmında da merak konusu işlenmiştir. Humboldt eşliğinde Madrid anlatımı yapılmıştır. Bu kısımda, seyahatin yalnızca gezip görmek olmadığı, aslında sosyal ve sayısal bilimlerin de temelinde bu seyahat merakının olduğu anlatılmıştır. Yalnızca sinekleri incelemek için dağları tırmanan Humboldt’un bu konudaki hırsı, seyahati mecburi kılan bir meraka dönüşmüştür.

III.BÖLÜM: Doğa
Bu bölümde İngiltere’nin Göller Bölgesi, William Wordsworth’ün rehberliğinde anlatılır. Doğa seyahatlerinin önemine değinen Botton, kır ile şehrin arasındaki farkı anlatır. Bir ağacın gölgesinde, uçsuz bucaksız kırları seyre dalarak oturmanın verdiği keyfin önemine değinir. Wordsworth’ün her zaman doğayı ele alan şiirlerinden birçok örnekle yazılan bu deneme, doğanın verdiği keyfi oldukça güzel anlatmıştır. Farkına varmış olduğu her şeyin doğa sayesinde gerçekleştiğini belirten Wordsworth, aslında tüm ününü farkına vardığı doğaya borçludur. Duyduğu bu hayranlık bir tanrıya tapmakla eşdeğer seviyeye gelmiştir. Nitekim, doğanın farkına varan herhangi bir insan, Wordsworth ile aynı hisleri paylaşacaktır.
Bölümün ikinci kısmında yücelikten bahsedilir. Bu bölümde Sina Çölü, Edmund Burke ve Eyüp rehberliğinde anlatılır. Yeryüzü öyle yücedir ki, bir insan büyük bir çölü seyre daldığında evrendeki küçüklüğünün farkına varır. Bizi bir araya getiren maddelerin doğada hiçbir anlamının olmadığını anlayıp, kendi küçüklüğünden mutluluk duyar. İşte bu kısım bunu anlatır. Yüce yerlerde geçirilen vakitlerin insanı düşünmeye sevk edeceği ve bu şekilde evreni anlama düzeyimizin gelişeceği, bunun da seyahatle mümkün olduğu oldukça açık tabirlerle anlatılmıştır.

IV.BÖLÜM: Sanat
Bu bölüm Fransa, Provence’de Vincent Van Gogh rehberliğinde geçer. Sanatın, insanların bakış açılarını değiştirme konusundaki üstün etkisi, Van Gogh aracılığıyla anlatılır. Gelmiş geçmiş en büyük sanatçılardan biri olan bu ressamın dünyayı algılayışındaki farklılık tüm insanlara ilham kaynağı olmuştur. Çizdiği resimlerde yaşadığı yerde bulunan gökyüzünü, tarlaları, ağaçları ve insanları çizen Van Gogh, çizdiği resimlerle sanata bambaşka bir boyut kazandırmıştır. Çizdiği zeytin ağaçları, selviler, buğday tarlaları o bölgeyi bir turizm diyarına dönüştürmüştür. Bu denemede Botton, sanatın gücünden, kişinin bakış açısını tamamen başka yönlere çevirebileceğinden bahseder.
Bölümün ikinci kısmında ise John Ruskin’den bahsedilir. Çok iyi bir ressam olmadığını düşünen Ruskin, iyi bir eğitimcidir ve gördüklerini kâğıda aktarmaktan ziyade, gördüklerini anlatmayı sanat için daha yararlı bulur. Bu denemede Botton, seyahat etmenin sabit duran insanlara da fayda sağlayabileceğini anlatmayı hedeflemiştir.

V.BÖLÜM: Dönüş
Bu bölüm, bir seyahatin sonunu ya da başını anlatmaktadır. Okuyucunun bakış açısına göre bambaşka anlamlar içeren bu denemede, bir seyahatin yalnızca ülkeler ya da şehirler arası gezilerle oluşmasına gerek olmadığını savunan yazar, Xavier de Maistre anlatılır. ‘Yatak Odamda Seyahat’ kitabıyla; bavullara, pasaportlara, dürbünlere gerek olmadan da seyahat edilebileceğini anlatan Maistre, kendi odasında çıktığı seyahati, koskoca bir dünyayı anlatır gibi anlatmış, hatta kitabın sonuna kadar pencere önüne bile gidememiştir. Böylelikle seyahate başlamadan önce insanın ilk olarak kendi dünyasını anlaması, kendi ruhunun dehlizlerinde seyahat etmesi beklenir. Nitekim, Botton da şu sözleriyle kitabı sonlandırarak, kitabın başından itibaren anlatmaya çalıştığı meseleyi tek paragrafta özetler.
“Çölleri aşmış, buzulların üzerinde dolaşmış, balta girmemiş ormanlardan geçmiş nice insanlar tanırız; ruhlarında bütün bunları yaşadıklarına dair bir iz, bir kanıt arar fakat bulamayız. Pembeli mavili pijamalarının içinde, kendi odasının sınırlarında yaşamaktan memnun olan Maistre, bizi usulca dürter, uzak diyarlara seyahate kalkışmadan önce çevremizde görüp önemsemediklerimize bakmamızı hatırlatırdı bize.”

Beş bölüme ayrılmış olan Seyahat Sanatı, yukarıda da anlatıldığı üzere kendi içinde kısımlara ayrılmakta olup, bu kısımların içinde de mekanlar ve sanatçılarla ilgili düşünceleri anlatır. Ayrıntılı bir şekilde incelenmesi oldukça zor olan bu kitap, aslında seyahatin felsefesini öğrenmeden seyahat edilmemesi gerektiğini anlatır. Birkaç metrekarelik evlerini bile ayrıntısıyla bilmeyen insanlar gördükleri bir binaya ne kadar hayranlıkla bakabilir? Sonuç olarak, bu kitabın eleştirmek istediğim yönleri olsa da okuma açısından oldukça akıcı, bilgilendirici ve düşündürücü olduğu kanısındayım.
0 Yorum